- Fatiha Suresi
- Surenin Muhtevasi ve İsimleri
-
Surenin Muhtevasi
Bu sure Kur'an-ı azîmin manalarını ihtiva etmekte, dinin usûl ve furû-unu kapsamakta, akideyi, ibadeti, teşrii; öldükten sonra dirilişe ve Allah'ın güzel sıfatlarına imanı, yalnızca O'na ibadet edip yalnız O'ndan yardım dileyip O'na dua etmeyi ihtiva etmekte, kişinin Allah'tan kendisini hak dine ve dosdoğru yola iletmesini ve hidayetinden sapmış kişilerin yolundan da uzak tutmasını nasıl isteyeceğini göstermektedir. [1]
İsimleri:
Kurtubî'ye göre bu surenin on iki tane ismi vardır. Bu isimlerinden birisi "es-Salat (namaz)" dır. Bu ismin veriliş sebebi: "Ben namazı kendim ile kulum arasında iki yarıya böldüm" W şeklindeki kudsî hadistir.
Diğer bir ismi "Hamd" dir. Çünkü bu surede hamdden söz edilmektedir. Diğer bir ismi Tatihatül-KitabMır. Çünkü tertip açısından Kur'an'daki ilk sure olup ayrıca namaza da kendisiyle başlanmaktadır. Cumhurun görüşüne göre diğer bir adı da "Ümmül-Kitab"dır ve yine cumhurun görüşüne göre "Ümmü'l-Kuran"da bu sûrenin adıdır. (Bu lafızlar kitabın anası ve Kuranın anası anlamlarına gelir.) Çünkü Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Elhamdülillah, Üm-mü'l-Kur'an, Ümmü'l-Kitap ve es-seb'u'l- mesânî'dir" [2] Bir başka adı ise "el-Mesânî"dir. Çünkü bu sûre her bir rekatte tekrarlanır. Ona "Kur'an-l Azîm" de denilmiştir. Zira Fatiha suresi Kur'an-ı Kerim'in bütün ilimlerini ve temel maksatlarını ihtiva etmektedir Hz. Peygamber (s.a.)'in şu buyruğu sebebi ile Fatiha Suresinin bir adı "eş-Şifa"dır: "Fatihatü'l-Kitap her bir zehire karşı şifâdır." [3]
Başka bir adı "er-Rukye"dir. Çünkü Peygamber (s.a.) Fatiha suresini okuyarak bir kabile reisini rukye yapan (okuyarak tedavi eden) kimseye: "Bunun rukye olduğunu nereden bildin?" diye sormuştur.
İbni Abbas'ın: "...Kitapların esası Kur'an, Kur'an'ın esası Fatiha, Fâtiha'nın esası ise Bismillahirrahmanirrahim'dir.'' sözü sebebiyle "el-Esas" da Fa-tiha'nın isimlerinden birisidir.
Fatiha'mn bir ismi de Mel-Vafiye"dir. Çünkü Fatiha suresi ikiye bölünmez. Bir kimsenin Fatiha'yı iki ayrı rekatte yarımşar olarak okuması caiz değildir.
Fatiha sûresi başkasının yerini tuttuğu ve kafi geldiği halde başkası onun yerini tutmadığından dolayı "el-Kafiye" diye adlandırılır.
İşte bunlar Fatiha sûresinin isimleridir. Bu isimlerin en önemlileri ise "Fatiha", "Ümmül-Kitab" ve «es-Seb'ul Mesânf isimleridir.
Sure; üç ve daha fazla ayetten oluşan ve sabit rivayet yoluyla bilinen bir adı olan, Kur'an-ı Kerim'in bir bölümünün adıdır. [4]
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/45.
[2] Tirmizî, Ebû Hureyre'den rivayet etmiştir.
[3] Darimi, Abdulmelik b. Umeyr'den "Fatihatü'l-Kitap her türlü hastalıktan şifadır" lafzı ile rivayet etmiştir.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/45-46.
- Sûrenin Fazileti
Bu surenin fazileti sahih hadislerde sabit olmuştur. Bunlardan bir tanesi Peygamber (s.a.)ın şu hadisi şerifidir: "Allah Tevrat'ta da İncil'de de Ümmü'l-Kur'an gibisini indirmiş değildir. O es-Sebu'l Mesanîdir o -aziz ve celil olan Allah'ın kudsî hadiste buyurduğu gibi- "Benim ile kulum arasında pay edilmiştir ve kuluma dilediği verilecektir" [5]
Yine Peygamber (s.a.)'ın Ebû Said b. el-Mualla'ya söylediği şu hadis-i şerif de sûrenin faziletini göstermektedir: "Sana Kur'an-ı Kerim'in en büyük suresi olan bir sureyi öğreteceğim. Bu el-Hamdülillahirabbilâlemîn süresidir. es-Se-bu'l-Mesani (tekrarlanan yedi ayetli sûre) odur. Bana verilen Kur'an-ı Kerim de odur." [6]
Bu iki hadisi şerifte Yüce Allah'ın: "Andolsunki biz sana tekrarlanan yedi (ayetli sûre) yi ve şu Kur'an-ı Azimi verdik" (Hicr, 15/87) ayetine işaret etmektedir. Çünkü Fatiha sûresi namazda tekrarlanagelen yedi ayetli bir suredir. [7]
[5] Hadis imamları, Ebû Said el-Hudrî'den rivayet etmişlerdir.
[6] Tirmizî, Ubey b. Ka'b'dan rivayet etmiştir. Aynı şekilde İmam Ahmed de ondan Müsned'inde şu lafzıyla rivayet etmiştir: "Nefsim elimde olana yemin olsun ki Tevratta da İncilde de Zebur'da da Furkan'da da onun benzeri (bir sure) indirilmemiştir. O bana verilen es-Seb'u'1-Mesânî ve Kur'an-ı Azîm'dir".
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/46-47.
-
-
İ'rab:
aBismillah=Allah'ın adıyla" buyruğu Basralı dil alimlerine göre: Başlayışım Allah'ın adı iledir, takdirinde; Kûfeli dilcilere göre ise; Allah'ın adı ile başladım, takdirindedir. "Bizi ilet" Yüce Allahtan bir istek ve bir talebin ifadesidir. "Amin" lafzı ise sûrenin sonunda söylenen bir duadır. Kur'an-ı Kerim'den bir ayet değildir. Fiil-isim olup Allah'ım kabul buyur, anlamındadır.
Belagat:
"Hamd... Allah'ındır" buyruğu lafız itibariyle bir haber cümlesi olmakla birlikte "Elhamdülillah deyiniz" anlamında bir inşa cümlesidir. Bu ifade ham-din yalnızca Yüce Allah'a yapılacağını da açıklamaktadır.
"Yalnız sana ibadet ederiz." Bu buyrukta gaib ifadeden hitaba geçiş (iltifat sanatı) vardır "iyyake" lafzının öne alınması yalnızca O'na ibadet edildiğini anlatmaktadır; yani senden başka hiç kimseye ibadet etmeyiz, demektir.
"Bizi dosdoğru yola ilet." O yolun üzerinde kalmak üzere bize sebat ver demektir. Bununla anlatılmak istenen böyle bir isteğin sürekli kılınması ve devamlı yapılmasıdır.
"Gazaba uğrayanların... değil." buyruğunda hazf (söylenmemiş bazı kelimeler) vardır. Bunun takdirî ifadesi; Kendilerine gazab edilenlerin yoluna bizi iletme! anlamındadır.
[9
[8][9][8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/47.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/47. - Amin Kelimesi
-
-
Âmîn
Âmîn kelimesi bir duadır. Bizden kabul buyur, duamızı kabul eyle, demektir. Bu söz Kur'an-ı Kerim'den değildir. Bizden önce yalnızca Hz. Musa ile Hz. Harun'a verilmiştir. "Veladdâllîn" deyip sustuktan sonra Fâtiha'nın sonunda bu kelimeyi söylemek sünnettir. Sustuktan sonra bu kelimenin söylenmesi, Kur'an'dan olan ile olmayanın ayırdedilmesi içindir. Bu lafzı Fâtiha'nın sonunda söylemenin delili ise İmam Mâlik'in ve cemâatin (İmam Ahmed ve Kutüb-i Sitte sahiplerinin) rivayet ettikleri hadis-i şeriftir. Ebû Hureyre'den gelen bu hadise göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İmam âmin dediği vakit siz de amin deyiniz. Çünkü âmin demesi meleklerin âmin demesine tesadüf eden bir kimsenin geçmiş (küçük) günahları af olunur".
Amîn'in Açık veya Gizli Söylenmesi ile İlgili İlim Adamlarının Görüşleri
Bu konuda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır: Hanefîler ve tercihe değer olan görüşlerinde Malikîler'e göre gizli veya içten âmîn demek açıktan söylemekten daha uygundur. Çünkü bu bir duadır. Yüce Allah: "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua ediniz" (A'râf, 7/51) diye buyurmuştur. İbni Mesud şöyle demiştir: "Dört şey vardır ki imam onları içten gizlice söyler: Bunlar istiâze, besmele, âmin demek ve tahmîd yani Rabbena lekel hamd sözünü söylemektir."
Şafiî ve Hanbelîlerin görüşüne göre de "âmîn" kıraati gizli namazlarda gizli söylenir, açıktan okunan namazlarda ise açıktan söylenir. İmama uyan kimse de imamın "âmîn" demesiyle birlikte "âmîn" der. Buna sebep ise az önce geçen Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen: "İmam "âmîn" dediği takdirde siz de âmin deyiniz." hadisi şerifidir. Bu şekilde ayırım gözetmelerinin delili ise Ebû Hureyre tarafindan rivayet edilen bir başka hadis-i şeriftir: "Resulullah (s.a.): Ğayrilmağdûbi aleyhim veladdâllîn'i okudumu âmin derdi. O kadar ki ilk safta onun arkasında bulunanlar onun sesini işitirlerdi" Bir diğer delilleri de Vâil b. Hucr tarafından rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: Peygamber (s.a.)'ın "Ğayrilmağdûbi aleyhim veladdâllîn"i okuduğunu ve sesini uzatarak "âmîn" dediğini duyduk"
Açıklaması
Yüce Allah bizlere bütün iş ve sözlerimize besmele ile başlama yolunu göstermektedir. Bu bizatihi istenen bir şeydir. Kendi büyük ismiyle Allah'tan yardım istemedir. Yüce Allah ayrıca bizlere bize yaptığı ihsan ve verdiği nimetlerine karşılık ne şekilde hamd edeceğimizi öğretmektedir. Çünkü O gerçek manada öğülme hakkına sahip olandır. Bütün övgüler yalnız O'nundur. Çünkü mülkün mutlak mâliki, bütün âlemlerin ve varlıkların Rabbi O'dur. Onları var eden, terbiye eden, onlara inayet eden (gözeten) O'dur. Sürekli ve kapsamlı rahmetin sahibi O'dur. Kullar arasında mutlak adaleti gerçekleştirmek üzere ceza ve hesap gününün de maliki O'dur. İyilik yapan kimseye sevabını, kötülük işleyene de cezasını verecektir. İşte bu sıfatlar bizim ibadetimizi yalnızca Allah'a tahsis etmemizi, yardımı yalnızca O'ndan istememizi, tam ve eksiksiz bir şekilde O'na boyun eğmemizi, O'ndan başka hiçbir kimseden yardım istemememizi, O'ndan başkasına güvenmeyip O'ndan başkasına ibadet etmememizi, dinimizi yalnızca O'na halis kılmamızı gerektirmektedir. Çünkü her türlü tazimi hak eden yalnızca O'dur. Faydaları var eden, zararları bertaraf eden yalnızca O'dur.
Bazen şiddetli bir şekilde heva ve heves fırtınaları eser, nefisleri etkisi altına alır, kalpleri haktan uzaklaştırır. İşte bu durumda şehvetlerin ve sapmanın uçsuz bucaksız uçurumlarına düşmekten Allah'tan başkası koruyamaz. Bundan dolayı Cenabı Hak bizlere hidayeti ve tevfiki kendisinden nasıl isteyeceğimizi göstermiştir. Ta ki hak ve adalet yolu üzerinde yürüyelim, istikamet ve kurtuluş yolundan ayrılmayalım. Bu ise şanı Yüce Allah'ın kendisiyle Peygamberlere, sıddîklara ve salihlere, nimet ve ihsanda bulunduğu kadim İslam yoludur. Kendisinin ne olduğu ve ne olacağını bilen, ibadet eden ve aklını kullanan kulun yapacağı iş bu iştir. Sapkın ve inkarcı kâfirin durumu ise böyle değildir. Bunlar ya inatla veya nefislerinin arzularına uyarak veya bilgisizlik ve sapıklık sonucu dosdoğru yoldan yüz çevirmişlerdir. İlahi gazabı hak eden, dosdoğru yoldan sapıp hidayet yolundan uzaklaşanlar ne kadar da çoktur!
Allah'ım, hidayet yolunda kalmayı bize nasib et! Devamlı olarak bizim övgülerimizi, dualarımızı kabul buyur! Sapıklıktan, azgınlıktan bizleri koru!
Bununla insanların iki grup olduğu ortaya çıkmaktadır. Birisi hidayet bulanlar, diğeri ise dalâlette kalanlar.
1- Fıtri ilhamın yol göstermesi: Bu doğumundan itibaren küçük çocukta bulunan bir hidayettir. O yemeye, içmeye ihtiyaç duyar, o bakımdan anne ve babası onu unutacak olurlarsa bunları istediğini açıklayacak şekilde ağlar, feryad eder.
2- Duyuların yol göstermesi: Bu bir önceki hidayeti tamamlamaktadır. Bu iki tür hidayette insan ve hayvan ortaktır. Hatta başlangıçta bunlar hayvanda insana göre daha mükemmeldir. Çünkü hayvanın ilhamı doğumundan kısa bir süre sonra kemal derecesine ulaşırken bu, insanda tedricî bir şekilde mükemmele doğru gider.
3- Aklın yol göstermesi: Bu önceki iki hidayetten daha üstündür. İnsanın tabiatında diğer insanlarla birlikte yaşama arzusu vardır. Toplumsal bir hayat için ise dış duyular yeterli değildir. O bakımdan hayat yolunda kendisini yönlendirecek, yanlışlık ve sapmaktan koruyacak, duyuların yanlışlıklarını düzeltecek, nefsin arzularının etkisinde kalarak ayağını kaymaktan önleyecek bir akla sahip olmak, insan için gerekli bir şeydir.
4- Dinin yol göstermesi: Bu yanümayan bir hidayettir. Akıl hata edebilir, nefis zevk ve arzuların etkisi ardından sürüklenip gidebilir ve nihayet bunlar nefsi helake götürebilir. O bakımdan insan nefsin arzularının tesiri altında kalmayan, doğruya ileten, doğruyu gösteren, yanıldığında doğrultan bir şeye muhtaçtır. İşte bu noktada dinin hidayeti, insanın yardımına koşmaktadır. Bu, insanın ya hataya düşmesinden önce olur veya sonra olur. Bu hidayet hayrın anahtarlarını elde etmek, şerri kilitlemek için, insanın sığındığı güvenilir bir koruyucudur. Böylelikle insan tökezlemekten kurtulur, emniyette olur, kurtuluşa erer, nefsinin derinliklerinde kendisine boyun eğdiği Allah'ın yüce hakimiyetine karşı yerine getirmesi gereken, uyması gereken sınırlan ona tanıtır; insan kendisinin en güzel şekilde yaratan ve nimetler ihsan eden yüce egemenliğin sahibine karşı içten içe ısrarla ihtiyaç duyar. O bakımdan bu hidayet, mutluluğunun gerçekleşmesi için insanın en çok muhtaç olduğu bir hidayettir.
Kur'an-ı Kerim bu tür hidayetlere birçok ayet-i kerimede işaret buyurmuştur. "Ve biz ona iki de yol gösterdik" (Beled, 90/10) ayeti bunlardan bir tanesidir. Yani biz ona hayrın ve şerrin, mutluluk ve bedbahtlığın yollarını açıkladık.
Bir diğer ayet-i kerime: "Semûd'a gelince; biz onlara hidayet verdik; fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler" (Fussüet, 41/17). Yani biz onlara hayır yolunu da kötülük yolunu da gösterdiğimiz halde onlar ikincisini tercih ettiler.
5- Hayır ve kurtuluş yolunda yürümek için ilahî yardım ve tevfıkin yol göstermesi: Bu, din hidayetinden daha özel bir hidayettir. İşte Yüce Allah'ın: "Bizi dosdoğru yola ilet" buyruğunda devamlı istememizi emrettiği hidayet budur. Bunun da anlamı şudur: Bizi dosdoğru yola öyle bir ilet ki, bununla birlikte senin katından bizi sapmaktan ve hatadan gaybî bir yardım bize eşlik etsin.
Bu hidayet, şanı yüce Allah'a hastır. Mahlukatından hiçbir kimseye böyle bir imkanı vermemiştir. Hatta şu buyruğunda Peygamber (s.a.) in dahi böyle bir hidayete sahip olmadığını belirtmektedir: "Şüphesiz ki sen sevdiğin kimseleri hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğine hidayet verir". (Kasas, 28/56); uOnları hidayete erdirmek sana düşen bir iş değildir. Fakat Allah dilediği kimseye hidayet verir". (Bakara, 2/272). Yüce Allah şu buyruğunda da bu tür hidayetin yalnız kendi zatma ait olduğunu belirtmiştir: "İşte bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir, O halde sen de onların hidayetine uy" 'En'am, 6/90).
Hayra ve hakka delâlet anlamında hidayete gelince; Yüce Allah şu buyruğunda bunun Peygambere ait olduğunu tespit etmektedir: "Muhakkak ki sen dosdoğru yola iletirsin" (Şura, 42/52).
Özetle: Hidayet, Kur'an-ı Kerim'de iki türlüdür: Genel hidayet: Bu, kulun iki dünyada da menfaatlerini göstermektir; sözü geçen bu hidayet türü, az önce işaret ettiğimiz dört türü kapsamaktadır. Özel hidayet ise doğru yolu göstermekle birlikte hayır ve kurtuluş yolundan yürümek için gereken yardım ve başarıyı da ihsan etmektir ki bu da beşinci hidayet türüdür.
Saptırmak (idlal) da iki türlüdür
1- Bunun sebebi sapıklık olabilir. Ya sen birşeyi kaybedersin, bu durumda; Onu kaybettim, anlamında (idlâl) kökünden gelen bir fiil kullanırsın, ya da onun dalâletine hüküm verirsin. Bu iki halde dalâlet, idlâlm (kaybetmenin yitirmenin ve sapmanın) sebebidir.
2- İdlâlın dalalete sebep teşkil etmesi. Bu da batılın insana onun sapması için süslü gösterilmesi şeklinde olur.
Yüce Allah'ın insanı saptırması ise iki şekildedir: Ya onun hakkında dalalet hükmünü veya dalâlette kalmak imkânını vermesiyle olur.
Birincisinin sebebi sapmak yani insanın sapmasıdır. Bunun üzerine de Allah, onun hakkında dünyada buna dair bir hüküm verir. Ahirette artık cennete giden yoldan uzaklaşır, cehenneme giden yolu tutar. Böyle bir şekilde saptırmak haktır ve adalettir. Çünkü sapan kimse hakkında verilen bu hüküm, onun sapması dolayısı iledir; aynı şekilde bu kimsenin cennet yolundan uzaklaşıp cehennem yoluna yönelmesi de adalet ve haktır.
İkincisinin sebebi ise insanın tercihidir. Bu da insanın sapma yolunu seçmesi ile olur. Allah da sapıklığında onu bırakır, azgınlığında kalma gücünü verir; küfür ve fesadında devam etme imkânını onun için halkeder. Bundan dolayı şanı yüce Allah, saptırmayı kâfir ve fâsıka vesile ederken, mümine vesile etmemiştir. Aksine mümini saptırmayacağını beyan etmiştir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah bir topluluğa hidayet verdikten sonra... onları saptıracak değildir" (Tevbe, 9/115); "... Amellerini asla boşa çıkartmaz ve onlara hidayet edecektir." (Muhammed, 47/4-5).
Kafir ile fasık hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Onlar yüzleri üzere düşüp helak olsunlar ve onların amellerini (Allah) boşa çıkartmıştır" (Muhammed, 47/8); "Onunla fasıklardan başkasını saptırmaz" (Bakara, 2/26); "İşte Allah kafirleri böylece saptırır" (Mümin, 40/74); "Allah zalimleri saptırır" (İbrahim, 14/27).
Yüce Allah'ın: "Onların kalplerini öyle bir çeviririz" (En'am, 6/110) buyruğunda kalplerin evrilip çevrilmesi; "Allah onların kalplerine mühür vurmuştur" buyruğunda kalbin üzerine mühür vurulması; "Kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalıklarını artırmıştır" (Bakara, 2/10) buyruğunda da hastalığın arttırılması işte bu türdendir. Sapıklığı seçen kimseyi Allah sapıklığı içerisinde bırakır ve hidayetin kalbine nüfuz etmesini ilahî bir ceza olmak üzere engeller.
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/49-52.
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Kur'an-ı Kerim'de manasız, faydasız, hikmetsiz veya hüküm bildirmeyen tek bir ayet-i kerime dahi bulunmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim, Allah'ın mu'ciz kelâmıdır. İnsanlık hayatının anayasasıdır. Buna göre Kur'an ayetleri ile insanın dinî, dünyevî ve uhrevî hayatında birtakım faydaların gerçekleştirilmesi maksad olarak gözetilir ve bunlar insanı hayata bağlar. Buna bağlı olarak ayetlerin manalarından çıkartılan hükümler ya akide üe ya ibadetle yahut ahlak ve yaşayışla ya da ferd ve toplum hayatını düzenleyen yasamalar ile ilgilidir. İşte Kur'an-ı Kerim'deki hayat fıkhı ile kastettiğim, bu genel anlamdır.[18]
Fâtiha'da öğrendiğimiz anlamlar yahut hükümler, insanın Allah ile ilişkilerini kapsar, ona dua etmenin yolunu gösterir, hayatta izleyeceği yolu çizer, en doğru yöntem ve en uygun yolu izlemekle yükümlü kılar. Bu yolda dosdoğru gidişten bir kıl payı kadar dahi sapma sözkonusu olamaz. Sapıklığın, sapkınlığın ve sapmanın herhangi bir türü kabul edilemez Fâtiha'da besmelenin anlamı şudur: Kur'an-ı Kerim'de vurgulanan bütün hükümler ve başka hususlar Allah'a aittir ve ondandır. Hiçbir kimsenin bu Kur'an içerisinde herhangi bir payı yoktur. [19]
[18] Tefsir boyunca "Ayetlerden çıkan hüküm ve hikmetler" olarak çevirdiğimiz bölüm başlıklarının Arapça aslı Fıkhu'l-hayat evi'l- ahkam Av [Yayıncı].
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/53.
- Bakara Suresi
- Surenin Muhtevasi
-
Bakara sûresi Kur'an-ı Kerim'deki en uzun sûredir. Medine'de inmiştir. İkrime der ki: "Medine'de inen ilk sûre Bakara süresidir." [1] Bu sûre de Medine'de inmiş diğer sûreler gibi, yeni Medine toplumunda Müslümanların hayatını düzenleyici yasamalara önem verir. O yeni Medine toplumu aynı zamanda hem din, hem devletin bir arada olduğu bir toplumdu. Biri ötekinden ayrı değildi. Beden ile ruhun ayrılmazlığı gibi, bir arada idiler. Bu bakımdan Medine'deki yasamalar İslâm akidesini kökleştirmek temeli üzerinde yükseliyordu.
Bu akidenin ilk esası Allah'a ve gayba iman, Kur'an-ı Kerim'in kaynağının Yüce Allah olduğuna, Allah'ın Rasûlüne, önceki Peygamberlere indirdiklerine salih amelin de bu imanın meyvesi olduğuna inanmaktır. Amel insanın namaz aracillğiyle Rabbi arasındaki ilişkisini kurarak ve Allah yolunda infak aracılığıyla toplumsal dayanışmanın esaslarını gerçekleştirerek müşahhas ifadesini bulur.
Akidenin gönüllere yerleştirilip açıklanması, müminlerin, kâfir ve münafıkların niteliklerinden söz etmeyi gerektirir. Kurtuluşa nail olacaklar ile yok olacak ve helak olacak kimseler arasında bir karşılaştırma yapabilmek için bu gereklidir. Aynı zamanda yaratmanın başlangıcı, insanların atası Hz. Adem'in, meleklerin kendisine secde etmesiyle şereflendirilmesi, cennette kendisi ile hanımı arasında meydana gelenlerin birtakım sonuçlar doğurması, ondan sonra da yeryüzüne iniş gibi hususları söz konusu ederek yüce Allah'ın kudretinden de söz etmeyi gerektirmektedir.
Yüce Allah'ın müminleri uyarıp sakındırması, bu sûrenin üçte birinden fazla bir bölümünde İsrailoğullan'ndan söz etmeyi gerektirmektedir. İsrailoğulları'na dair bu anlatılanlar 47. ayet-i kerime ile başlamakta, 123. ayet-i kerimeye kadar devam etmektedir. Onlar Allah'ın nimetine karşı nankörlük ettiler. Firavun'dan kurtulmalarını gereği gibi değerlendiremediler. Buzağıya taptılar. Hz. Musa'dan inat, hakkı inkâr ve meydan okumak anlamlarını ifade edecek birtakım taleplerde bulundular. Maddî isteklerinin gerçekleştirilmesine rağmen, Allah'ın ayetlerini yine de inkâr ettiler, haksız yere Peygamberleri öldürdüler, verdikleri ahid ve sözlerde durmadılar. İşte bütün bunlardan dolayı üzerlerine Allah'ın lanetinin ve gazabının indirilmesini hâkettiler. Allah onları zelil kıldı, rahmetinden uzaklaştırdı, kovdu.
Sûre, Kitap Ehli'ne hitaptan sonra Kur"an ehlini muhatap alır. Bu hitabı esnasında Hz. Musa ile Hz. Muhammed'in kavmi arasında ortak özellikler olan Hz. İbrahim'in soyundan gelmek, onun fazilet ve üstünlüğünü ittifakla kabul etmek hususları hatırlatılmakta, kıble ile ilgili ayrılıkçı iddiaların tümü reddedilmekte, dinin en büyük esası olan ulûhiyetin tevhidini, kulluğu yaratıcıya tahsis etmek, yüce ilaha, vermiş olduğu hoş ve güzel rızıklardan faydalan^ zorunlu hallerde haramların mübahlığı gibi hususlara karşılık yalnızca ona şükretmek suretiyle, dinin en büyük esası olan O'nun ulûhiyetini gereken şekilde açıklamaktadır. Birr'in (iyiliğin) esaslarını da "...birr değildir." (Bakara, 2/177) ayeti ile açıklamaktadır.
Daha sonra sûre, iman eden müminler için İslâmî teşriin esaslarını ibadet ve muamelât çerçevesinde ele almaktadır. Namaz kılmaktan zekât vermeye, ramazan orucunu tutmaya, Beytullahı haccetmeye, Allah yolunda cihad etmeye, savaş hükümlerini düzenlemeye, dinî zamanlama (takvim) hakkında kamerî ayları esas almaya, Allah yolunda infak etmeye çünkü helak olmaktan korunmanın aracıdır, anne baba ve yakınlara vasiyette bulunmaya, nafakada hak sahiplerini açıklamaya, yetimlere karşı iyi davranıp onlara destek olmaya, evlilik, boşanma, süt emme, iddet bekleme, kadınlardan îlâ yapmaya dair aile ile ilgili durumları düzenlemeye, lağv yemininden sorumlu olmamaya, büyünün haram kılınmasına, haksız yere öldürmeye, öldürmelerde kısasın gereğine, insanların mallarını batıl yollarla yemenin haram olduğuna, şarabın, kumarın ve faizin haram olduğuna, ay halinde ve ekim yeri ve neslin yatağı olan yerden başkasından yani arka yoldan kadınlara yaklaşmanın haram olduğuna kadar...
Sûre akide ve ulûhiyetin sırları hakkında büyük bir ayet-i kerime de ihtiva etmektedir ki, bu da Âyete'l- Kürsî'dir. Ayrıca bu sûre, Kur'an-ı Kerim'in son nazil olan buyruğu ile o korkunç kıyamet gününden sakındırmaktadır. Söz konusu ayet-i kerime şudur: "Kendisinde Allah'a döndürüleceğiniz, sonra herkese kazandığının tamamının verileceği ve onlara hiçbir şekilde zulm olunmayacağı birgün (olan kıyamet gününden korkunuz" (Bakara, 2/281).
Bu sûre aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'deki en uzun ayet-i kerime olan "deyn (borçlanmak)" ayetini de ihtiva etmektedir. Bu ayet-i kerime sözleşmeleri yazmak, şahit tutmak, şehadette bulunmak, erkek ve kadınların şahitliklerinin hükümleri, rehin, emanetin yerine getirilmesinin gereği, şahitliğin gizlenmesinin haram olduğu gibi hükümleri de açıklamaktadır.
Sûre tevbe, Allah'a dönmek, kolaylık ve hoşgörü talebini ihtiva eden, zorlukların, ağır yüklerin kaldırılması talebini ve kâfirlere karşı zafer niyazını ihtiva eden çok büyük bir dua ile sona ermektedir.
Sûre bütünüyle müminler için dosdoğru bir yoldur. Bu onların nitelikleri ile onlara karşı çıkan kâfir ve münafıkların niteliklerini açıklayarak, özel ve genel hayata dair yasama yöntemlerine açıklık getirerek sonunda da yüce Allah'a sığınarak iman üzere sebat etmek, ona devamlı dua ederek ilâhî bağış, lütuf, yardımını istiyerek, Allah'ın ve insanlığın düşmanlarına karşı zaferi gerçekleştirme talebiftîlç bulunarak, müminler için dosdoğru bir yolu göstermektedir.
Sûrenin direktifleri arasında şunlar da vardır: Dünya ve âhirette mutluluğun kaynağı ancak dine tabi olmaktır. Dinin de üç esası vardır. Bunlar Allah'a ve Rasulüne iman, ahiret gününe iman ve salih amel işlemektir. Genel olarak velayetin (dostluk ve bağlılık duygusunun) iman ve istikamet ehline olması gerekir. Fakat dine girmek üzere zorlamak da yasaktır. [2]
[1] I- Vahîdî en-Nisâbûrî, Esbabu'n-Nüzul, 11.
[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/.59-61
- Surenin İsmi
-
- Surenin Fazileti
-
Bu sûrenin fazileti çok büyüktür. Bu sûreye "Kur'an'ın fustâtl (en büyük otağı)" adı verilir. Bunun sebebi ise sûrenin azameti, göz kamaştırıcılığı ve öğütlerinin çokluğudur. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizi mezarlara çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan içinde Bakara Sûresinin okunduğu evden nefretle kaçar"[4]. Yine Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü o sûreyi okumak bir bereket, onu terketmek ise bir hasrettir, ziyandır. Bâtılcılar (sihirbazlar) onun altından kalkamazlar" [5] el-Bustî'nin Sahih'inde Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.) buyuruyor ki: "Şüphesiz ki her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'an-ı Kerim'in zirvesi ise Bakara süresidir. Geceleyin bu sûreyi evinde kim okursa, üç gece süreyle şeytan onun evine girmez. Gündüzün onu okuyan kimsenin de üç gün süre ile şeytan evine girmez." [6]
[4] Hadisi, Müslim ve Timizi, Ebu Hureyreden rivayet etmişlerdir.
[5] Hadisi, Müslim, Ebu Umamc el-Bahilî'den rivayet etmiştir.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/61.
- Ayetlerin Tefsiri (1-54)
- Müminlerin Nitelikleri Ve Takva Sahiplerinin Mükâfatı (Ayet 1-5)
- Kafirlerin Nitelikleri (Ayet 6-7)
- Münafıkların Nitelikleri -I- (Ayet 8-10)
- Münafıkların Nitelikleri -II- (Ayet 11-13)
- Münafıkların Nitelikleri -III- (Ayet 14-16)
- Münafıkların Durumlarını Anlatan Misaller
- Sadece Allah'a İbadet Ve Bunu Gerektiren Sebepler (Ayet 21-22)
- Kur'ân'ın En Kısa Sûresinin Benzerini Meydana Getirmek Üzere İnkarcılara Meydan Okuyuş(Ayet 23-24)
- İman Edip Salih Amel İşleyenlerin Mükâfatı (Ayet 25)
- İnsanı Yaratmak, Öldürmek, Gökleri Ve Yeri Yaratmak Gibi İşlerle Tecelli Eden Allah'ın Kudreti (Ayet 28-29)
- Kur'an-ı Kerim'de İnsanlara Misal Vermenin Faydası (Ayet 26-27)
- İnsanın Yeryüzünde Halife Kılınması Ye Ona Dilin Öğretilmesi (Ayet 30-33)
- Meleklerin Kendisine Secde Etmesi Suretiyle Hz. Âdem'e İlâhî Lütuf (Ayet 34)
- Cennette Bulunan Hz. Âdem İle Hz. Havva'ya Karşı Şeytanın Tavrı (Ayet 35-39)
- İsrailoğulları'ndan İstenenler (Ayet 40-43)
- Yahudilerin Kötü Ahlakına Örnekler (Ayet 44-48)
- Yüce Allah'ın Yahudiler Üzerindeki On Nimeti (Ayet 49-54)