196 — Haccı da Umreyi de Allah için tam yapın.
Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) altkonursanız o halde kolayınıza gelen
kurban(ı gönderin. Bununla berober) kurban yerine (Minaya) varıncaya kadar
başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir
eziyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, ya da kurbandan (biriyle) fidye
(vacip olur). Emin olduğunuz vakit İse kim hacca kadar Umre ile faide-lenmek
(sevaba girmek) isterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vaclb olur). Fakat
(onu) bulamazsa hacc günlerinden (ihramlı olarak) üç, döndüğünüz vakit yedi gün
olmak üzere oruç tutmak (vacib olur ki) bunlar tam on (gün eder). Bu ailesi
(ikametgahı) Mescid-i Haramda bulunmayanlara aittir. Allahtan korkun ve bilin ki
Allah, cezası cidden çetin olandır.
197 — Hacc
(ayları) bilinen aylardır. İşte kim
onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz eder (ihrama girer)'se artık
haccda kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır
yaparsanız Allah, onu bilir. Bir de (hacc seferinize yetecek miktarda)
azıklarım. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük olmaktan)
kaçınmaktır. Ey kamil akıl sahipleri, benden korkun.
198 — (Hacc
mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık iste istemenizde bir günah yoktur.
Arafatta (orada vakfe'den sonra seller gibi) boşanıp (elbirlik) aktığınız
zoman «meş'ari haram»in yanında Allah'ı
zikredin. O size nasıl hidayet ettiyse sizde onu öylece anın. (Bilirsiniz ya)
siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız.
199 — Sonra
insanların (elbirlik) döndüğü yerden sizde dönün. Allah'tan (günahlarınızı)
mağfiret (buyurmasını) isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla
esirgeyicidir.
200 —
Menâslkinizi (hacca art ibadetlerinizi)
bitirince (cahiliyette)
atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla
Allah'ı anın. Artık o insanlardan kimi «Ey Rabbimiz bize (nasibimizi) dünyada
ver» der ki onun ahiretten nasibi yoktur.
201 — Kimi
de «Ey Rabbimiz bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de İyi hal ver ve bizi o
ateş (cehennem) azabından koru» der.
202 — işte
onların (o her iki kısmın haccda) kazandıklarından (na-sib)lerl vardır. Allah,
hesabı cok çabuk görendir.
203 — Bir
de sayılı günlerde Allah'ı zikredin, (tekbir alın). Kim iki günde (Mino'dan
dönmek için) acele ederse üstüne günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah
yoktur. (Fakat bu) takva sahibi Için(dir). Allah-
bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak ona (varıp)
toplanacak-
(Uhsırtüm): Lügatta alıkonma anlamındadır.
Ll-Itınu'l Arap yazarı, kitabında. «Hacc ibadeti sırasında ihrama girdikten
iımro hacc ibadetlerini yapmaya hastalık veya herhangi bir durumun en» ytıl
olmasına «ihsâr» denir,» der.
(El
hedyi): Beytullah'a hediye olmak üzere kesilen ve
benzeri hayvan anlamındadır.
(Mahlllehü): Mahille, kurban kesilen yer
anlamındadır, Bu ym Mekke harimi veya ihsârlı kişinin mahsur kaldığı
yerdir.
(Nusukin): Çoğul bir kelimedir. Hacc ibadetlerine
ve orada kesilen kurbana denir.
(Refese) Kadınlar hakkında konuşulan çirkin «öz
vi- kodına yaklaşma anlamındadır.
(Füsûga): Lügatta günahlar, şeriatta ise Allah
(OC)'O ölmekten uzaklaşma manasınadır.
(Cidale): Düşmanlık ve tartışmak anlamındadır
(Ezzâdi): Yolculuk azığı, kumanyası manasınadır,
(Cünohün): Günah
manasınadır.
(Efadtüm): Lügatta cok akma, âyette ise suyun
ookoo Hhıfi ult'i insanların Müzdelife'ye doğru gidişlerine
denir
(Arefâtin): Hacıların Mekke dışında vakfe İçin
dur« yere denir.
(Elnwsarllhcır6ml): Müzdellfede bir küçük değin
İsmidir. Ki hacc imamı, o gece onun üzerinde durur.
(Menâslkeküm): Çoğul bir kelime olan Menâslk,
hacca mahsus İbadetler anlamındadır.
(Haıâgln): Pay, hisse manasınadır.
Allah (cc)ı hacca mahsus ibadetlerin en iyi
şekilde, tam ve rızasına uygun olarak yapılmasını müminlere emretmiştir. Hacc
için ihrama giren kimsenin hastalık veya düşman tarafından menâslkinj tam
yapmasına engel olunursa, ondan dolayı, da ihramdan çıkmak isterse, çıkması
için durumuna göre bir deve. sığır veya koyunu kurban olarak kesmesi
lazımdır.
Allah (cc), belirtilen yerde farz olan kurban
kesilinceye kadar tıraş olma ve elbise giymeyi kesinlikle yasaklamıştır. Yalnız
bedeni hastalığı, ihramlı durmasına mani olacak bir baş rahatsızlığı veya
vücuduna eziyet veren bir derdi olan kimse, başını tıraş eder ve onun fidye
vermesi lazımdır. Bu fidye miktarı ise, üç gün oruç tutmak veya bir koyun
kesmek veya altı fakirin herbirine birer ölçek so' (buğday karşılığı hurma, kuru
üzüm veya arpa) vermek olmalıdır.
Hacc aylarında umre yapan bir kimse, umrede ihram
giyme müdde-tlnce koku sürer veya hanımıyla cinsi münasebette bulunursa, Allah
(cc)'o şükür için bir koyun kurban eder. Kurban kesmeye gücü yetmeyen veya
bulamayan kimse, üç günü haceda ihrama girdiği günlerde, yedi günü de ülkesine
döndüğünde olmak üzere on gün, oruç tutar. Bu hüküm Mekke ehil dışındaki
İnsanlara mahsustur. Onların kurban kesmesi farz değildir.
Daha sonra hacc aylarını (şevval, zilkade, zilhicce
ayından on gün) beyan eden Allah (cc), hacc yapan kimsenin bütün geleneklerden,
kadından, güzel koku sürünmekten ve llh gibi şeylerden uzaklaşmasını emreder.
Zira hacc yapan kimse yalnız Allah (cc)'ın rızasını talep İçin Ona yönelir.
Kadından hertürlü menfaatlenmeyi terkeder. Diğer günah şeyleri de bırakır.
Kendisini Allah (cc)'a yaklaştıracak salih ameller işleyerek ahl-ret azığı
hazırlar.
Daha sonra hacc günlerinde para kazanmanın mahzurlu
olmadığını hatta ibadet olduğunu haber vermektedir. Çünkü halk, hacc ibadetinin
eda edildiği günlerde yapılan dünya işlerinin günah olduğunu zannediyordu.
Allah (cc). yaptıkları ibadetlerde ihlaslı oldukları takdirde, para kazanmanın
günah olmadığını ve onun da Allah (cc)'ın bir fazlı olduğunu onlara
bildirdi.
Allah (cc), Arafattan döndükten sonra. «Meşârü'l
Haram» dağı ve çevresinde kendisini tekbir ve telbiye İle anmalarını müminlere
emretmiştir. Onların yegane nimet olan iman için Allah (cc)'a şükretmeleri
gerekir. Hocan menâsiklni bitiren müminlerin baba. anne ve diğer sevdiklerini
çok andıkları gibi Allah (cc)'ı da çokça zikretmeleri
lazımdır.
Ibn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
«Oahlliyet dönemindeki (ince mevsimi toplantılarında müşrikler, babalarının
yaptıklarını iftiharla Konuşurlardı. Mesela: Babam çok hanedandır. Yani herkese
yediren, yardımda bulunan hatta cinayet işlemediği halde, katillerin diyetini
verendir. Ilımlar babalarısın yaptığından başkasını da konuşmazlardı. Bunun
üze-ılne Allah (cc), «Menâsiklnizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi, hatta
dalın kuvvetli bir anışla Allah'ı anın» buyurdu.»
Hacc meselelerinin oruç mevzuundan sonra
anılmasının hikmeti n«-tllr? Bu soruyu şöyle cevaplqndırabillriz: Haccın
yapıldığı aylar, hemen oruç ayının arkasından gelir. İkisinin arasına döğüş ve
savaşla İlgili mev-ıııları bildiren âyetlerin gelişi, haram aylar, ihram,
Mescid-i Haram II* Halli şer'î hükümlerin açıklanması
içindir.
Resulullah (sav), umre yapmayı arzu ediyordu.
Nitekim Mekke'ye müteveccihen yola çıkan Resulullah (sav)'ın umre yapmasına
müşrikler Hu-ılnyblye denilen yerde engel oldular. Bunun üzerine Resulullah
(sav) İle müşrikler arasında, içinde ertesi sene umre yapacaklarına dair bir
mad-ılonln bulunduğu Hudeybiye anlaşması yapıldı, ikinci yıl kazaya kalan
umresini yapmak için Resulullah (sav)'ın teşebbüste bulunması üzerine
»ııhabiler, müşriklerin bir önceki yıl yaptıkları anlaşmayı bozacaklarından
korktular.
Bunun üzerine Allah (cc), döğüşme ve savaş
âyetlerini inzal buyurdu Daha sonra da haccın hükümlerini tamamlayıcı
âyetlerini ikmal ederek tebliğ etti. Allah (cc) en iyi bilendir.
A. Ka'b bin Ücrete (ra)'nin: «İhramda
bulunduğumda beni rahatsız eden basımdaki egzema hastalığı yüzünden
Resulullah (sav)tn yanına gittim. Bana «Başındaki egzamanın seni
rahatsız ettiğini görüyorum. Kurbanlık bir koyun bulamaz mısın?» deyince,
«Hayır» dedim. Resulullah (sav), «öyleyse sen saclarını kestir. Fidye olarak üc
gün oruç tut veya altı fakirin her birisine birer ölçek buğday veya kıymetinde
hurma, üzüm, arpa ver» buyurdu. Bunun
üzerine: «...Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti
bulunursa ona oruçtan ya sadakadan ya da kurbandan (biriyle) fidye (vacip
olur)...» âyeti nazil oldu. Bu âyet, hassaten bana, umumi olarak ta size nazil
oldu»
B. İbn-i Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hacca
gelirken azık getirmeyen ve halktan yiyecek şeyler isteyen Yemen halkı, «Bizler
tevekkül ehliyiz» derlerdi, işte bunun üzerine, «..Birde (Hacc seferinize
yetecek miktarda) a-zıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten,
insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır...» âyeti nazil oldu.»
C. Hz. Aişe (ra)'nln: «Kureyşliler İle dinlerine
uyanlar, Kurban bayramı, orefesinde Müzdelifede vakfe yaparlar ve bu
yaptıklarına da, «dinlerine şiddetle bağlılık» ismini verirlerdi. Diğer Arap
kabileleri de aynı gün vakfelerini Arafatta yaparlardı, islâm gelince, Allah
Resulü (sav), Arafata gitmeyi ve orada vakfe yapmayı emretti. Sonra da
müslümanların oradan akın akın Müzdelife'ye gelmelerini, «Sonra İnsanların
(elblrlik) döndüğü yerden sizde dönün» âyetiyle emretti» [305] rivayetidir.
Birinci
İncelik: «El hedyü» kelimesi, Hacc veya Umre yapan
kimsenin gereksiz yere Mekke halkına hediye ettiği hayvan anlamındadır. Bu
âyette ise, umre veya hacc yapan bir kimsenin, bir. vacibi terketmesi, mahzurlu
bir şeyi yapması veya İhrama girdiği halde düşman korkusuyla mahsur kalarak hacc
ve umre ibadetini yapmayan kimsenin ihramdan çıkmak istemesi ile temettü haca
[307] yapanlar için kesmesj vacib olan hayvana «el hedyü»
denir.
Mekkeye girdikten hemen sonra, Safa ile Merve
arasında sa'y yapar ve tıraş olarak ihramdan çıkar. Arafe günü veya birgün
evvel, bu defa yalnız hacc niyetiyle ihrama girerse haccını yapar, bu şekilde
yapılan hacca denir.
İkinci
incelik: Ayette, «Hacc ve umreyi tam yapın» emrinden
murat, her İkisinde farz, vacib ve sünnetlerinin zahiren riyasız ve ihlas İle
yapılmasıdır. Şair şöyle der: «Aslı haram olan matla hacc yaparsanız, hacc
yapmış sayılmazsınız. Belki seni oraya ulaştıran vasıtan hacc yapmıştır. Allah
(cc), yalnız kendi için yapılanı kabul eder. Beytullatı'ı her ziyaret «denin
sevab kazandığı sanılmasın».
üçüncü ve dördüncü incelik: Arap dili ve
edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.
Beşinci
İncelik: Kureyşliler Mesctd-i Haramdan çıkmayarak, «Biz
dl-Oer insanlar gibi değiliz. Allah (cc)'a ibadet ehli ve hareminin
sakinleriyiz. Ondan dolayı buradan çıkmayız» derlerdi. Diğer insanlar ise Mekke
harl-mlnin dışında Arafatta vakfe yapar, sonra da akın akın dönerlerdi. Allah
(cc), halkın vakfe yaptığı yerde, Kureyşlilerin de vakfe yapmasını, vakfeden
sonra ise diğer insanlar gibi akın akın dönmelerini «Sonra insanların (•Ibh-lik)
döndüğü yerden siz de dönün...» âyetiyle emretti. Bu incelik İbn-i Kuteybe'nin
görüşüdür.
Altıncı
İncelik: «Hacc (ayları) bilinen aylardır, işte kim
onlarda (o aylarda) haca (kendisine) farzeder (ihrama glrerjse artık hacc da
kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur...» âyetinde hacc kelim»
■İnin zamirle değil, bizzat üç defa tekrar edilmesinden maksat şudur: Bl
rlnclsiyle haccın zamanı, ikincisiyle haccın menâsikleri, üçüncüsüyle de haccın
yapıldığı yer ve zaman kastedilmiştir, ikinci ve üçüncü hacc kelimeleri zamirle
ifade edilmiş olsaydı, bu anlamları taşıyamazdı. Ayette kadına yaklaşmak, günah
yapmak ve kavga yapmak ifadeleri; kadına yaklaşmayın, günah işlemeyin ve kavga
yapmayın ifadelerinden yasaklama hususunda daha tesirlidir.
Alimler, umrenin hacc gibi farz olup olmadığı
hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Şafiî (ra) ve Hanbeli'lere göre, hacc yapan kimse
için. umre yapmak tarzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan umre ise sünnettir. Bu
görüş Ali bin Ebu Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan rivayet
edilmiştir.
Maliki ve Hanefilere göre ise. umre yapmak
sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra) ve Cabir bin Abdullah (raftan rivayet
edilmiştir.
Şafiî ve Hanbelilerin delilleri:
Bir çok delillerini özetleyerek
aktarıyoruz.
1. «Haca da umreyi de Allah için tam yapın...»
âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin hacc gibi farz olduğuna
işarettir.
2. «Resulullah (sav), sahabilere, «Yanında kurban
keseceği bir hayvanı bulunan kimse, hacc ve umreye birlikte niyet etsin ve
yapsın» buyurdu»
3. Resulullah (sav)'tan rivayet edilen, «Kıyamet
gününe kadar umreyi hacca dahil ettim»
- Maliki vâ
Hanefîler'in delilleri:
Maliki ve Hanefiler aşağıda
naklettiğimiz âyet ve
hadislere dayanarak sünnet olduğu
görüşündedirler.
1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve
ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır...* (Âl'i İmrân:
97}
«İnsanlar içinde haca İlan et. Gerek yaya, gerek
uzak yoldan gelerek arık develer üstünde (süvari) olarak sana gelsinler» (Hacc:
27) âyetleri, haccın farz olduğuna delalet ettiği haide umre İsmi
zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz olsaydı, adının geçmesi
gerekirdi.
2.İslâmın esaslarını bildiren hadislerde umrenin
anılmaması, farz olmadığına işarettir. Umre hüküm bakımından da haccdan
farklıdır.
3. Resuluilah (sav)'tan rivayet edilen: «Hacc
cihattır. Umre ise Allah (cc)'a taattir.»
4. Cabir bin Abdullah (ra) tan rivayet edilen;
«Resulullah IsavJ'a gelen bir kimse «Umre farz mıdır?» diye sorunca O'da
«Hayır, farz değildir. Yalnız umre yaparsanız sizin için hayırlı olur» buyurdu»
5. Şafiilerin delilleri olan âyet ve hadisler,
umre yapmaya başlayan kimsenin daha sonraki durumuna işaret eder. Yani umre
yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu yapmak farz değildir. Yalnız umre
niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun menasikini tam olarak yapması farzdır.
Çünkü, «Haca da, umreyi de Allah İçin tam yapın...» âyetinde, «tam yapın» emri,
başlanmış bir umreyi tam yapmayı bildirmektedir. Başlanan bir umrenin
tamamlanması hususunda alimler ittifak etmişlerdir. Allâme Şevkâni bu hususta;
«Başlanmış bir umrenin tamamlanmasının farz olduğunu ka-bui edon görüş, her ne
kadar hadis değilse de, umumi olarak hadislerin mealinden alınmıştır. Umre ile
İlgili delillerin biraraya toplanrfıası bakımından bu görüşün mutlaka kabul
edilmesi lazımdır. Bilhassa Cabir bin Abdullah (ra)'tan rivayet edilen hadis
de, umrenin farz olmadığına delalet eder. Bunun için umre'nin farz olduğuna
delalet eden haber ve hadislerin, o'nun bizzat farz değil, başlandıktan sonra
tamamlanmasının farz olduğu şeklinde yorumlanması lazımdır. Çünkü onun farz
olduğuna dair açık bir hüküm yoktur» [313] der.
Alimler, ihsârın sebepleri İle ihramda olan kişinin
hacc veya umresini yapamadığı takdirde, ihramdan çıkmasını mubah kılan nedenler
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre, «ihsâr»ın
sebebi, yalnız düşmandır. Çünkü, «...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan)
alıkoyursanız o halde kolayınıza geten kurbanfı gönderin)...» âyeti, Resulullah
(sav) ve arkadaşlarının Hudeybiye'de İhramh oldukları halde, Mekke müşrikleri
tarafından alıkonulmaları hususunda nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve
tarihi gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah
Ibni Abbas (ra) da bu görüştedir.
Hanefilere göre ise hacc veya umre yapan kimsenin,
Mekke'ye girmesine engei olan düşman, hastalık, baskın, azığın eiden çıkması,
bineğin kaybolması ve kadın mahreminin yolda Ölmesi gibi sebeplere İhsar denir.
«Fakat (her hangi sebeple bunlardan) atıkonursanız o halde kolayınıza gelen
kurban(ı gönderin)... âyetinin zahiri ihsâra delildir. Âyette «alıkon-ma»
ifadesinin Arap dili ve edebiyatında karşılığı ihsâr kelimesidir. Çünkü Arap
dilinde ihsâr, hastalıktan dolayı evde mahsur kalmaya denir, öyleyse İhsâr,
düşmanla olduğu kadar, hastalık ve benzeri engellerle de olabilir. Bu görüşü
teyid eden, İbn-i Mesud (ra)'un verdiği fetvadır: «Mekke yolunda bulunan bir
hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i Mesud'a bunun hükmünün ne
olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında kurban edeceği bir hayvan var
mı?» dedi. On'ar «Evet» deyince, «Öyleyse kurbanlık hayvanını kesip ihramdan
çıksın» dedi.» İbn-i Mesud (ra) Arap olmakla beraber Arap dili ve edebiyatını
herkesten daha iyi biliyor ve peygamberimizin yanından hiç ayrılmıyordu. Bundan
dolayı hadisleri herkesten çok iyi biliyordu.
Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise şüphesiz
âyetteki, a...Emin olduğunuz vakit...» tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın
değil düşmanın rn-sana mani olmasıdır. Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden
olsaydı Allah (cc}'tn «Emin olduğunuz vakit» tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz
vakit» ifadesini buyurması gerekirdi.
îbn-i Abbas (ra)'ın, «Yalnız düşman İnsanı alıkor»
ifadesi de, onların görüşünü teyid eder. Zira o, âyetlerin manasını herkesten
daha çok biliyordu.
İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü tercih edilir. Onun
görüşü âyetin zahirine ve «zorlaştırmaymız, kolaylaştırın^» emrine daha
uygundur. Çünkü hastalığı şiddetlenen, parasını kaybeden veya bineğini yitiren
kimse, hacc veya umrenin menâsikini yapabilir mi? Bizim bu tercîhfmiz,
Müfessirlerin Şeyhi fbn-i Cerir et-Taberi'nin de tercihidir. Zira o, tefsirinde
şöyle der: «Fakat alıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)...»
âyetini en iyi tevil eden. sizleri Beytullaha gitmekten alıkoyanın, düşman
korkusu, hastalık ve diğer engeller olduğudur Âyette «alıkonma» dan maksat,
yalnız düşman engeli anlaşıtsoydı, Allah (cc), «olıkonma» anlamındaki «ihsâr»
kelimesi yerine, hapsetme anlamındaki «hasır» tabirini buyururlardı.»
Buharı ve Müslim'de, Hz. Aişe (radden: «Resulullah
(sav), Abdulmut-talib oğlu Zübey'rin kızı Dubâe'nln yanına gitti. O, «Hasta
olduğum halde hacc yapmak istiyorum. Ne dersiniz?» deyince Resulullah (sav),
«Hastalığının oğırlaştığı yerde bir kurban keserek ihramdan çıkarım diyerek
hacca niyet ediniz» buyurdu,» hadisi, hastalığın menâsik yapmazdan önce ihramdan
çıkmayı mubah kılan sebeplerden olduğuna delalet eder.
«...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alı
konursanız, o halde kolayınıza gelen kurbanfj gönderin)...» âyeti, ihramlı
olduğu halde Beytul-lah'a gitmesi engellenen kimsenin, bulunduğu yerde veya
Mekke'de kurbanını kestirdikten sonra İhramdan çıkmasına açıkça delalet
eder.
Kesilecek kurbanın deve, sığır veya koyun olması
lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi daha faziletlidir. Cumhurun görüşü de
budur. ibn-i Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir: «Kesilecek kurban
yalnız deve ve sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz». Sahih olan, cumhurun
görüşüdür.
«İhsâr» kurbanının nerede kesileceği hususunda
fakihler, bir kaç görüşe ayrılmışlardır. Şafiî, Maliki ve Hanbeli'lere göre,
insan nerede alıkonul-muşsa kurbanını orada keser. Kestiği yerin Mekke harlmi
veya dışı olması farketmez.
İmam-ı Azam (ra)'a göreyse hacc veya umre niyetiyle
ihrama giren kimse, Mekke'ye gitmesine engel ofunduğu takdirde kurbanını,
bulunduğu yerde değil, ancak Mekke'ye göndererek kestirir. Çünkü Allah (cc),
«...Sonra varacakları (kurban edrfecekleri) yer Beyti atlyka müntehidir» (Hacc:
33} buyurmuştur.
İbn-i Abbas (ra) bu hususta: «Hacc veya umre
niyetiyle ihrama giren kimsenin, Mekke'ye gitmesine engel olunursa, kurbanını
gücü yeterse Mekke'ye gönderip kestirmesi vaciptir. Gücü yetmezse alıkonulduğu
yerde keser» der.
İmam Fahreddin er-Râzî de: «Alimler arasında bu
görüş ayrılığı âyette «el mahillü» kelimesinin tefsirinden kaynaklanmaktadır.
İmam Şafii (ra)'ye göre o kelimeden maksat, ihramdan çıkma zamanıdır, fmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, o kelime, bir yer ismidir»
Bu meselede Şafii, Maliki ve Hanbeliler'in görüşü
tercih edilir. Müşrikler tarafından Hudeybiye'de umre yapması engellenen
Resulullah (sav) kurbanını orada keserek ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke
harimi değildi. İşte Resulullah (sav)ın bu fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke
harimi veya dışında kesileceğini gösterir. «...Kab«y« ulaşmış bir kurbanlık
olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi İki adam hüküm (ve takdir)
edecektir...» (Maide: 95), «...Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer
Beyt-t atiyko müntehidir...» (Hacc: 33) âyetleri, hacc ve umredeki ceza
kurbanlarının Meke hariminde kesilmesine
İşaret ediyorlarsa da Allöme Şevkânİ'nin
dediği gibi, Mekke'ye
emniyetle girebilmesi mümkün
olan insanlar hakkındadır. İhsârlı kimsenin ise zaten Mekke harimine
girmesi mümkün değildir.
«...Kim hacca kadar umre İle faldelsnmek İsterse
kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)...» âyeti, Temeddü haccı yapan
kimsenin bir kurban kesmesinin vacib olduğuna işarettir/ Kurban edecek hayvan
bulamayan veya gücü olmayan kimse hacc da üç gün, döndükten sonra da yedi gün
olmak üzere on gün oruç tular.
Fakihter, haccda üc gün tutulacak oruç hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Imam-ı Azam (ra)'a göre kişi bu orucu, hacc aylarında
tutar. Yani umresini bitirdikten sonra hacc için ihrama girmeden önce orucunu
tutar. Faziletli olan. Zilhicce, ayının 7,8,9. günleri tutulmasıdır. İmam Şafiî
(ra)'ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc niyetiyle ihrama girdiği günden
bayrama kadar ki zamanda tutar. Zira Allah (cc), «...Hacc günlerinde {fhramlı
olarak) üç gün... oruç tutmak (vacib olur)» buyurmuştur. Bu âyet, hacc niyetiyle
ihrama girdikten sonra oruç tutmanın gerekli olduğunu gösteriyor. Ancak Kurban
bayramı günlerinde oruç tutmak haramdır. Müstahab olan, hacca İhram niyetiyle
girip arefe gününden önce tutmaktır.
Bazı alimler üç günlük orucu bayramdan önce
tutamayan kimsenin, bayramın 2,3,4. günlerinde tutabileceğini söylerler. Zira
Hz. Aişe (ra) ile İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Resulullah (sav) Kurban
bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı yapıpta kurban kesmeye gücü yetmeyen
veya bulamayan şahısların dışında hiç kimsenin, oruç tutmasına müsaade etmezdi»
[320] hadiste buna işaret eder.
Şafiiler ile Hanefiler arasındaki ihtilafın
kaynağı, âyetteki «haccta üç gün» ifadesinin tefsiridir. Hanefiler, «hoccta üç
gün» ifadesinden maksat, hac aylan. Şafiiler ise bundan murat, ihrama girdiği
günlerdir, derler. Bu iki görüşü de kabul eden bazı şahabı ve tabiinden zatlar
vardır.
Fakihlerin ihtilaf ettikleri bir konu da, hacctan
döndükten sonra, tutulacak orucun vakti hususudur.
Şafiiler yedi gün olarak tutulacak orucun vakti
hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine kavuştuktan sonradır» derler. Zira Allah
(cc), «...Döndügünüz vakH yedi gün olmak üzere oruç tutmak {vacib olur)»
buyurmaktadır.
Hanbeliler İse, «Yedi günlük oruç, yolda da
tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan sonra tutmak şart değildir»
demektedirler.
Hanefiler de, «âyetteki «döndüğünüz vakit» ifadesi,
hacc menâsikinfn bitiminden sonraki vakittir. Yani haccını bitiren kimse, yedi
gün oruç tutabilir,» diyorlar. Bu mesele de Malikiferin görüşü, Hanefller
gibidir.
Allâme Şevkânİ. bununla ilgili olarak: «Şafiilerln
görüşü daha'tercihe şayandır» der. Zira"İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen:
«Kurban bulamayan veya gücü yetmeyen kimse, haccda üc gün. ailesine döndükten
sonra da yedi gün oruç tutsun.» [321] hadisi ile İbn-İ Abbas (ra)'dan rivayet edilen: «Yedi günlük orucu
ülkenize gittikten sonra tutunuz» [322] hadisi, Şaflile-rin
görüşünü teyid eder.
Alimlere göre temeddü haocı yapan kimsenin kurban
kesebîlmesi için beş şartı yerine getirmesi lazımdır:
1. Bir kimse umreyi, hacctan Önce yapmalıdır.
Eğer önce hacc daha sonra umre yaparsa, bu yapılan temeddü haccı
olmaz.
2. Kişinin umresini, hac aylarında (Şevval,
Zilkade, Zilhicce) yapması lazımdır.
3. Müslümanın; haccı, umre yaptığı yıl eda etmesi
lazımdır. Zira Allah (cc), «...Emin olduğunuz vakit tee kim hacc'a kadar umre
ile faidelenmek (sevaba girmek) İsterse, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek
vacib olur)»
buyurmuştur.
4. Haac
yapan kimse, Mekke'li olmamalıdır.
Zira Allah (cc) «...Bu ailesi
(ikametgahı) Mescid-Î Haramda bulunmayanlara aittir»
buyurmuştur.
5. Hacc için ihrama girmeyi mutlaka Mekke içinde
yapmalıdır. Eğer Mekke'den çıkıp ülkesine ait olan Mikat'da İhrama girerse,
kurban kesmesi vacib değildir.
Malikilere göre temeddü haccında kurban
kesilmesin^yaçib kılan şartlar şunlardır:
1. Hacc ve umreyi, aynı yolculuk, aynı sene ve
hacö aylarında yapmak.
2. Umreyi, haccdan önce eda
etmek.
3. Umreyi bitirdikten sonra hacca
niyetlenmek.
4.Umre ve haca kendisi için yapıyorsa kendisi için,
başkası namına yapıyorsa her kişini de (umre ve haca da), vekil olduğu şahıs
İçin yapması lazımdır.
5.Temeddü hocanı yapan kimse, Mekkeli
olmamalıdır.
«...Ailesi, (İkametgahı) Mescld-i Haram'da
bulunmayanlara aittir. âyeti, Mekke halkının
temeddü haca yapamayacağına işaret eder. Ibn-i Abbas İra) ve İmam-ı Azam
Ebu Hanife (ra) de bu görüştedirler.
İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra)'e göre, Mekkelİler kerahetsiz olarak Temeddü haccı yapabilir.
Onlartn kurban kesmesi veya yerine oruç tutması lazım değildir.
Alimler, «Hacc (aylan), bilinen aylardır» âyetinde,
ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik (ra)'e göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları
ile Zilhicce'nln tümüdür, tbn-i Mesud (ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu
görüştedirler.
İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise
Şevval. Zilkade aylan ile Zilhicce ayından on gündür, ibn-i Abbas (rol, 5a'bi
(rQ) ve Neheî (ra) bu görüştedirler. Umre ise yılın tüm aylarında
yapılabilir.
Atlâme Şevkâni bu hususta şöyle der: «Alimler
arasında hacc aylarıyla ilgili ihtilafın faydası, hacc menâsikinin kurban
bayramının 1. gününden sonra yapılması sırasında görülür. Alimlerden hangisi,
«Zilhicce ayının tamamı da, hac ayıdır» derse, bayramın 1. gününden sonra
yapılan hacc menâsikinin tehir edilmesi hususunda kurban kesilmesi vacib
değildir.
Alimlerden biri de, «Zilhicce ayının İlk on günü,
hacc zamanıdır» der-se, bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâslkl tehir
edildiğinden, kurban kesmek vacibtir.»
Fakihler, hacc aylarından önce, hacc için İhrama
giren kimsenin ihramının sahih olup olmadığı hususunda İhtilafa
düşmüşlerdir.
1. İbn-i Abbas (ra)'ın: «Hacc sünnetlerinden
birisi de, hacc aylarında ihrama girmektir» rivayetidir.
2. İmam Şafiî (ra)'ye göre, hacc aylarından önce
hacc için ihrama giren kimsenin yapacağı hacc menâsikf, hacc yerine değil, umre
yerine geçer. Vakit girmeden kılınan namazın, vakit namazı değil, nafile namaz
sayılacağı gibi.
3. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hacc
aylarından önce hacc için ihrama girmek her ne kadar caiz İse de,
mekruhtur.
4. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de,
senenin tümünde hacc için ihrama girilir. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşü
de budur. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan aylan sorarlar. De ki: O, İnsanların
faldesl Icin bir de hacc için vakit ölçüleridir» (Bakara: 189) buyurmuştur.
Senenin tümünde umre yapıldığı gibi, yılın tamamında da hacc için ihrama
gfrilir. Yalnız umre menâsiki, yıl içinde tamamlandıktan sonra umre bitmiş olur.
Hacc vakti ise. Kurban bayramının 1,2,3. günüdür. Çünkü haccm en büyük rüknü,
Arefe vokfesidlr. Araf© vakfesinin zamanı da, Arefe günü sabah namazı ile
başlar.
Allâme Kurtubî şöyle der: «Şafii (ra)'nin göruşu
aaha sahihtir. Çünkü İmam-ı Azam (ra) ile İmam Malik (ra)'İn okudukları âyetin
hükmü umumidir. Hacc aylarıyla ilgili âyet ise, hacc hükümlerini bildiren
âyetlerden biridir. Usul-ü fıkıh ilmi kurallarına göre. hususi hükümleri ifade
eden âyetler, kendi mevzularında umumilik ifade eden âyetlere tercih edilir.
Şevkâni de İmam Şafii (ra)'nin görüşünü tercih ederek kabul etmiştir. Çünkü
Şafiî (rcı)'nin görüşü, âyetin zahirine daha uygundur.»
Allah (cc) ihrama giren kimseye, bir çok şeyleri
yasaklamıştır. Bunların bazıları âyet
ile, bazıları da hadis İle sabittir. İcmali olarak buraya «|
aktarıyoruz.
1. Ailesiyle cinsi münasebette bulunmak, öpmek,
şehvetle sarılmak veya el tutmak ve cinsi münasebetle İlgili sözleri
konuşmak
2. İbadete mani günahları
yapmak,
3. Arkadaşlarına ve halka her türlü düşmanlığı
yapmak ve onlarla tartışmak. Bunları Allah (cc), «...Hacc da kadına yaklaşmak,
günah yapmak, kavga etmek yoktur» âyetiyle yasaklamıştır. Buharı sahihinde Ebu
Hürey-> re (ra)'den: «Resulullah (sav), «Hacc yaparken kadına yaklaşmayan ve günah İşlemeyen kimse,
annesinden yeni doğmuş gibi günahlarından temizlenerek döner» buyurdu,»
rivayetini yapmıştır.
İhramlı kimsenin koku sürmesi, dikişli elbise
giymesi, tırnaklarını kesmesi, saçlarını kısaltması veya saçlarını tıraş
etmesi, kadınların yüzlerini örtmesi veya eldiven giyinmesi gibi şeyler sünnet
(hodis)'le haram kılın -. mıştır. Geniş
izahat fıkıh kitaplarında görülebilir.
Alimler Arafatta vakfe yapmanın, haccın en büyük
rüknü olduğunda Icma etmişlerdir. Çünkü Resulullah (sav): «Hacc, arefedir. Bir
kimse Arafat'a arefe gününü Kurban bayramına bağlayan gece giderse vakfe yapma
vaktine kavuşmuştur»
Cumhur'a göre Arafatta vakfe yapma zamanı, zilhicce
ayının 9. günü
Öğle vaktinin girişi ile başlar, Onuncu güne
bağlayan gecenin şafak vaktine kadar devam eder. Bir kimse, bu süre içinde
vakfe yaparsa, vazifesini yapmış olur. Yalnız gündüz vakfe yapan kimsenin,
vakfesini akşam namazının vakti girinceye kadar uzatması vacibtir. Vakfesini
gece yaparsa uzatması vacib değildir.
İmam Malik (ra): «Güneş batmadan Arafattan ayrılan
kimsenin, haccı sahih değildir. Ertesi sene mutlaka hacc yapması farzdır,»
der.
Kurtubi ise: «Cumhur, güneş batmadan önce Arafattan
ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimse için neyin vacib olacağı hususunda
İhtilaf etmişlerdir.
İmam Şafii (ra). İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve
İmam-t Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp
tekrar aynı yere dönmeyen kimsenin bir kurban kesmesi
vacibtir.
İmam Malik (ra)'e göre de, o kimse, ertesi sene
yeniden hacc madır. Ve kurbanım do o zaman kesmelidlr» [331] demektedir.
216 — (Ey
müminler, tob'an) sizin hoşunuza gitmediği holde, uhdenize kıtal (düşmanlarla
savaş) yazıldı, (farzedildi). Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için
hayırlı olur. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah
bilir, siz bilmezsiniz.
217 — Sana
haram olan o .ayı, ondaki muharebeyi sorarlar.
De ki: «Onda (o ayda) muharebe etmek büyük (günah)dır, (İnsanları) Allah
yolundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Harama
gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha
büyük (günah)tır. Fitne katilden de beterdir. Kafirler, güçleri yetse, sizi
dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarında devam edeceklerdir.
İçinizden kim dininden döner de o kafir olarak ölürse onların (o gibilerin)
yaptığı (iyi) işler dünyada, ahlrette de boşa gitmiştir. Onlar, o ateşin
(cehennemin) arkadaştandır. Onlar oroda (bir daho çıkmamak üzere) ebedi
kalıcıdırlar.
218 —
Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda (yurtlarından) hicret edip
savaşanlar (yok mu?) İşte onlar Allahrn rahmetini umarlar. Allah (müminleri)
hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir.
(Kürhün): Çirkin ve nefret edilen şey ile
meşakkat
(Eşşehril
harami): Düşmanla savaşın yasaklandığı ay anlamındadır.
Âyette kastedilen. Receb ayıdır. Cahiliyet devrinde Recep ayına sağır ay
denirdi. Çünkü aralarında yaptıkları savaşı dahi o ayda bırakırlardı. Hatta silah sesi dahi
duyulmazdı.
(Saddün): Herhangi bir şeyi engelleme, yasaklama
anlamındadır.
(El
fitnetü): Lügatta fitne kelimesi, imtihan ve tecrübe
etmek manasınadır. Âyette fitne kelimesi, müslümanların zihinlerine dinleri
hususunda şüphe sokma veya dinlerinden dönmeleri için azap ve işkence yapma
manasınadır,
(Yertedfd): Riddet kelimesi, küfre dönme
manasınadır. Dönene de mürted denir.
(Habhad): Bozulma ve iptal edilme
manasınadır
(Hâcerû): Lügatta hicreî kelimesi, göc etmek ve
terketmek anlamındadır. Şeriatta hicret kelimesi, islâm dinine yardım için Allah
(cc) yolunda aile ve vatanını terketmektir.
Râgıb el-İsfahani: «Hicret kelimesi, Darü'l
Küfürden. Darü'l İmana gitmek anlamındadır» [333] der.
(Ve
câhedû): Lügatta cihad kelimesi, tam guc
sar-
fetme manasınadır. Şeriaatta ise düşmanla savaşmaya
denir. Cihad'ta Allah (cc)'ın dinine yardım için mal ve canı sarfetme
vardır
(Yercûne): Lügatta rica kelimesi, faydalı bir şeyin meydana gelmesini arzu
etme anlamındadır.
(Gafûrürrahim): «Allah (cc), müminleri hakkıyla
yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir» manasınadır[334]
Allah (cc), icmali olarak buyurur: «Ey müminler,
müşriklerle savaş maktan tabiatınız gereği nefret ediyorsunuz. Savaş, insana güc
gelmesine, mal ve canı helak etmesine rağmen size farz
kılınmıştır.
Nefislerinize ağır gelen ve çirkin gördüğünüz çok
şeyler vardır ki, hakkınızda daha hayırlı ve daha menfaatlidir. Sevdiğiniz ve
arzu ettiğiniz çok şeylerde daha zararlı ve korkunç hadiselere vesile olabilir.
Allah (cc), gerçekten sizin için hayırlı ve şerli olanı bilir. Öyleyse farz
kılınan savaşmaktan çekinmeyiniz ve nefret etmeyiniz. Çünkü onda şimdi ve
gelecekte sizin için faydalar vardır.
Ey Muhammed (sav), arkadaşların senden haram ayda
savaşmanın helal olup olmadığını soracaklar. Onlara de ki: Gerçekte savaş, büyük
ve zor bir iştir. Müşriklerin sizi, Mescid-i Harama gitmeye ve yolunda yurü-meye
mani olmaları ve vatanınız Haram belde (Mekke)den çıkarmaları, Allah (cc)
katında günah bakımından, onları savaşarak öldürmenizden daha büyüktür. Halbuki
onların dininizden dolayı eza ve cefa vermeleri, Allah (cc) katında sizin
onları haram ayda öldürmenizden daha büyüktür. Çünkü onlar, dinden çıkarmak için
daha çirkin ve feci şeyler yapmışlardır. Sonra Allah (cc) müşriklerin gücü
yetse, müminleri dinlerinden çıkarmak, döndürmek için her türlü fitne, eza ve
cefaya devam edeceklerini haber vermiştir. Müşrikler küfürlerinden, hife ve
zulümlerinden kesinlikle ayrılmazlar. Sizden her kim müşriklerin eza ve
cefalarına dayanamayarak veya yaptıkları yalan vaatlere inananarok dininden
dönerse, işlediği amellerin hepsi zayi olduğu gibi, Cehennem ateşinde de
yanacağını bilsin. Çünkü o kişi, sapık, batıl bir davete icabet
etmiştir.
Daha sonra Allah (cc), Resulullah (sav) ile hicret
eden ve kafirler karşısında direnç göstererek Allah (cc)'ın rahmet ve ikramım
ümit eden müminlerin, elbette kendisinin rahmet ve fazlına kavuşmaya layık
olduklarını haber vermiştir. Zira Allah (cc) için bütün mal ve canlarını feda
eden müminler, dünyada saadete, ahirette Cennet ve Çemalullaha kavuşmaya
layıktırlar.[335]
Abdullah bin Abbas (ra)'tan varit olan rivayete
göre; Resulullah (sav), Cemaziyelohir ayında, Abdullah bin Çahş (ra)
kumandasında bir seriyye (müfreze)'yi Kureyşlileri gözetlemek ve haber almak
için sahil yoluna (Batn-ı Nahle) gönderdi. Onlar Hicaz yoluna doğru yürüdüler.
Seriyye Batn-ı Nahle denilen yere geldiği zaman, ticaret eşyası taşıyan bir
Kureyş kervanına rastladı. Başlarında Amr bin Abdullah el-Hadrami olmak üzere üç
kişi vardı. Abdullah bin Cahş (ra) seriyyesi, Amr bin Abdullah el-Hadrami'yi
öldürdü. İki kişiyi esir etti. Kervanı da ganimet olarak aldı. Onlar,
Cemaziyelahir ayının son günü olduğunu sanıyorlardı. Halbuki Arap-lorır, hürmet
gösterdikleri haram aylardan birisi olan Recep ayının ilk günü imiş. Seriyye,
kervan ve esirlerle birlikte Resulullah (sav)'ın huzuruna geldiği zaman,
Peygamber (sav) efendimiz, kervan ve esirlere dokunulmadan bir yerde
alıkonulmasını ve Allah (cc)"tan gelecek vohyln beklenmesini istedi. Çünkü
Kureyşlİ kafirler, «Muhammed (sav) ve arkadaşları, haram ayları helal ettiler.
O aylarda kan döktüler, mal aldılar, adam esir ettil&r» diyorlardı.
Seriyyedeki müslümonlar, yaptıklarından duydukları pişmanlıkla, «andolsun ki
tevbe ettik. Tevbemizin kabul edildiğine dair bir âyet gelinceye kadar Mescid-i
Nebevi'den çıkmayacağız» dediler, Bunun
üzerine: «Sana haram olan o ayı, Ondaki muharebeyi
sorarlar. De ki: Onda (o ayda) muharebe etmek büyük (günöh)tır. (insanları)
Allah yolundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram'a
gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak İse Allah katında daha
büyük (günah)tır» âyeti nazil oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra Resululfah
(sav), kervan ve esirleri aldı ve dağıttı. [336]
Birinci
İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
alınmamıştır.
İkinci
İncelik: Müfessir Hasan: «Siz, dünyada eza ve cefa veren
şeyleri çirkin ve kötü görmeyiniz. Siz, çirkin ve kötü gördüğünüz bir cok
şeyleri yapmakla kurtulursunuz. Sevdiğiniz bir cok şeyler helakinize sebep
olabilir. Şair Ebu Said ed-Darirİ, bir şiirinde şöyle der: «Sakındığınız ve
çirkin gördüğünüz bir çok şeyler, sizin razı olacağınız ve beğeneceğiniz şeylere
vesile olur. Çünkü sevilen şeyler gözle görülmez, gizlidir. Sevilmeyen ve
çirkin olan şeyler ise acıktır» [337] demektedir.
Üçüncü
incelik: Tabiatıyla size çirkin, kötü ve ağır gelen bir
çok şeyler, Allah (cc)'ııi hüküm ve takdirine razı olmağa aykırı değildir.
Çünkü hasta kimse, gelecekte kendisini tedavi edeceğine inandığı ilaçlan,
sevmese ve nefret etse dahi alır.
Dördüncü
İncelik: Müşrikler, haram ayda insan öldürmeyi büyük
günah sayıyorlardı. Halbuki onlar dinin yayılmasına engel olma, müminlerin
dinlerinden dönmeleri için eza ve cefa yapma, yalan ve iftirada bulunma gibi
daha büyük, kötü ve çirkin şeyler yapıyorlardı. Bu hususu bir şair şöyle dile
getirir: «Siz, haram ayda İnsan öldürmeyi büyük günah sayıyorsunuz. Akıllı bir
kişi, yaptıklarınızı görse, daha büyük günah olduğuna hükmeder. Muhammed
(sav)'in dininin yayılmasına mani olmanızı ve ona İnanmamanızı Allah (cc).
görüyor ve biliyor. Allah (cc)'a secde eden kimse kalmaması için Mescid-i Haram
haikını çıkarıyorsunuz. Haram ayda bizi insan öldürmekle kınarsanız, islâma göre
bunun sakıncası yoktur. İslâmin yayılmasına engel olanlar, huzursuzluk ve fitne
çıkaranlar ancak haddi tecavüz eden kafirler ile islâma tahammül edemeyen
müşriklerdir.» [338]
Beşinci
İncelik: Zemahşeri'ye göre, âyetteki, «...Şayet
kafirlerin güç leri yetse...» tabiri, kafirlerin gücünün yetmeyeceğine
işarettir. [339]
Altıncı
incelik: Âyetteki, «...İşte onlar, Allah'ın rahmetini
umarlar...»
İfadesinde bir incelik vardır. Hiç kimse kendi
yaptığı amele değil, Allah (cc)'ın rahmetine güvenmelidir. Bu hususu Resulullah
(sav) ne güzel beyan eder: «Sizden hiç kimsenin ameli, onu Cennete sokmaz»
buyuran Resulullah (sav)'a, sahabiler, «Ya Resulallöh (sav), sizi de mi
götürmeyecek?» demeleri üzerine, O,'«Evet, beni de götürmeyecek. Yalnız Allah
(cc) kendi fazlından rahmetiyle beni dünyada da, ahirette de kapsamıştır,»
buyurur.
Katade'den varit olan bir rivayete göre sahabiler,
ümmetin en seçkinleridir. Allah (çc) onları rica (Allahtan ümit edenler) ehli
kılmıştır. Çünkü bir kimse, herhangi bir şeyi, ümit ederse ümit ettiğini arar.
Her kim de korkarsa korktuğu şeyden kaçar. [340]
«Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi
sorarlar...» âyeti, haram aylarda savaşın haram olduğuna delâlet eder.
Müfessirler âyetteki «haram» hükmünün neshedilip edilmediği hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Müfessir Ata, bu âyetin hükmünün neshedilmediğini yemin ederek
söyler.
Taberİ bu hususta: «Ata, bana, Mekke harimi ve
haram aylarda insanların savaşmasının haram oiduğunu yemin ederek söylerdf.
Yalnız din düşmanları, müslümanlara saldırdığı vakit, Mekke harimi ve haram
aylar olmasına bakılmaz, nefsi müdafa yapılır» [341] der.
Cumhurun delili
Cumhura göre bu âyetin hükmü, «...O müşrikleri,
onları nerede bulursanız öldürün...» (Tevbe: 5) ve «...Müşrikler sizinle nasıl
topyekün harb-ederlerse siz de onlarla topyekün harb edin...» (Tevbe: 36)
âyetleriyle nes-hedilmiştir. Said bin el-Müseyyeb (ra)'e, «Müslümanların,
müşrikleri haram aylarda öldürmesi doğru mudur?» diye sorulunca O, «Evet» diye
cevaplandırırdı.
Şüphesiz Resulullah (sav), Huneyn'de Havazin
kabilesiyle, Taif'te So-kif kabilesiyle savaşırken, Ebu Amir kumandasındaki bir
orduyu da, Utâz kabilesi müşrikleriyle savaşmaya göndermiştir. Eğer haram
aylarda, savaş haram olsaydı, Resulullah (sav) savaşır mıydı? O"nun savaşması ve
asker göndermesi, bu âyet hükmünün neshedildiğini
gösterir.
İbnü'l-Arabi şöyle der: «Sahih olan şudur: Bu âyet,
müşriklerin haram aylarda yapılan savaşın büyük günah olduğu inanışlarını
reddediyor. Zira Allah (cc), «...(İnsanları) Allah yolundan menetmek, onu inkar
etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Harama gitmelerine mani olmak, O'nun halkını
oradan çıkarmak İse ABah katında daha büyük (günah)tır.» buyurmuştur. Bu âyet,
müşriklerin yaptıklarının., haram aylarda adam öldürmekten daha büyük günah
olduğunu göstermektedir. Ey müşrikler, yaptıklarınızı haram aylarda yaparsanız,
sizinle savaşmak o aylarda farz olur.» [342]
«...İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak
ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) İşler dünyada da, ahirette de boşa
gitmiştir» âyetine göre, riddet insanın ibâdet ve amellerini yok
eder.
Alimlerin ihtilafı, mürtedin ameli, riddetle mi
yoksa küfür üzere Ölürse mi yok olacağı hususundadır.
İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre,
mürted olarak öten kimsenin ameli yok olur. imam Şafii (ra)'ye göre İse amelin
yok olması, riddetle değil, küfür üzere ölmekledir.
İmam Şafii (ra)'nin delili:
«...İçinizden kim dininden döner de o, kafir olarak
ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte anılması, mürted amelinin ancak küfür
üzere Ölmesi İle yok olacağıno işarettir.
İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin
delilleri:
«(Andolsun ki (hobibim) sana da, senden evvelki
(peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer (bilfarz Allah'a) ortak tanırsan,
celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hereketjin boşa gider...» (Zümer: 65) ve
«...kim imanı tanımayıp kafir olursa herhalde bütün yaptığı boşuna
gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir. Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün
insanın amelini yok edeceğini ifade eder. Yani -Allah müstümanlart korusun- bir
kimse şaşırarak veya bilerek kendisini küfre götürecek bir söz söyler veya
harekette bulunursa, açıkça dinden çıkar. O zamana kadar yaptığı tüm
ibadetler, boşa gider.
Mezhep İmamları arasındaki bu Ihttlafm sebebi
şudur: Hacc yapan bir müstüman, İrtidat ettikten bir müddet sonra tekrar
müslüman olursa, kişinin hacctnı iade edip etmeyeceği
hususudur.
İmam Malik (ra) ve Imam-ı Azam (ra)'a göre o kimse,
haccınt iade eder. Çünkü riddet amellerini -birisi de hacctır- yok
etmiştir.
imam Şafiî (ra)'ye göre ise, o kimse haccını İade
etmez. Çünkü Irti-dattan önce hacc yapmıştır. İrtidat ise, mürtedin amelini
küfür üzere ölürse yok eder. Küfür üzere ölmezse amellerini -umulur ki tekrar
iman edebilir- yok etmez.
İbnu'l-Arabî: sMüfessirlerimlze göre, «Andolsun ki
(habiblm) sana da, senden evvelki (peygamber)lere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer
(bilfarz Allah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve
hareketlerdin boşa gider» {Zümer: 65} âyetinde hitap, her ne kadar Resulullah
(sav)'a yapılmış ise de. amaç ümmete hitaptır. Zira Resulullah (sav) hakkında
riddet mümkün değildir. Ancak, «...İçinizden kim dininden döner de o. kâfir
olarak ölürse...» âyeti, küfür üzere Ölen adamın amelinin yok olması tçin,
mürted olması lazım geldiğini gösterir. Amelin şirk ile yok edilmesine ise diğer
bir âyet işaret eder. Bu iki âyet, başka başka manaları ifade ettiği gibi,
herbfri kendine has birer hükmü beyan eder» der.
Nasla/ın zahiri, kesinlikle amel ve ibadetlerin
irtidat İte yok olacağına İşaret eder. Tercih edilen, Maliki ve Hanefi'nin
görüşüdür.[343]
1. Hakkın zafere ulaşması ve dinin aziz olması
Icin, insanların hoşuna gitmese de savaşmak elzemdir.
2. Müminlerin cihadı terketmeleri doğru değildir.
Çünkü cihadda şe-hadet ve zafer vardır.
3. Müslümanların islâmı yaşamalarına ve tebliğ
etmelerine mani olmak ve âyetleri inkar etmek, haram ayda savaşmaktan daha
büyük günahtır.
4. Müşriklerin müstümanlarla savaşmasındaki amaç,
çeşitli yol ve ve-silerle onları tekrar küfre götürmektir.
5. İslâm'dan dönmek, insanın amel ve ibadetini
yok ettiği gibi ahiret-te de ebedi olorak'yanmasma sebeptir.[344]
219-220 — Sana İçkiyi ve kumarı sorarlar. De kir
«Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faideler vardır. Günahları ise
faidelerfnden daha büyüktür.» (Yine) sana hangi şeyi nafaka vereceklerini
sorarlar. De ki: «İhtiyacınızdan artanı (verin)». Allah size böylece âyetlerini
(pek güzel) açıklar. Olur ki dünya hususunda da, ahiret işinde de iyice
düşünürsünüz. Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: «Onları yarar ve İyi bir
hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle birarada yaşarsanız onlar sizin
kardeşleriniz-dir. Allah (yetimlerin) salahına çalışanlarla (onların mal ve
halinde) fesat (ve fenalık) yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sîzi muhakkak
zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir. Tam hüküm ve hikmet
sahibidir.
kumar ve içkinin haram edilişi
(El
hamri): Lügatta hamr kelimesi, hurma ve üzüm şırasından
yapılan sarhoş edici içki anlamındadır. Zeccac'a göre hamr, aklın üstünü kapatan
şeye denir.
(Elmey»îri); Lügatta meysir kelimesi, kumar
manasınadır.
(İsmün): Lügatta isim kelimesi, günah
anlamındadır.
(El
afve): Lügatta afv kelimesi, ihtiyaç fazlası şey
ma-
(Eğneteküm): Eğnete kelimesi, zorluk ve meşakkat
manasınadır.
(Azizün): Allah (cc)'ın isimlerinden biridîr.
Yani Allah (cc) İçin hiçbir zorluk yoktur. Allah (cç)'tn yapacağına hiç bir şey
mani olamaz.
(Hakimün): Allah (cc)'ın İsimlerinden birisi olan
Hakim, dilediği şekilde tasarruf sahibi anlamındadır.[345]
Allah (cc), Resulullah (sav)'a hitaben şöyle
buyurur; «Ey Muhammed (sav), içki ve kumar hükmünü soran sahabitere de ki: İçki
içilmesi ve kumar oynanmasında büyük günah olduğu gibi meşakkatli bir menfaatte
vardır. Zararları, menfaatlerinden daha çoktur. Çünkü İçki İçilmesi yüzünden
aklın çalışamaz hale gelmesi, malın elden çıkması, özellikle vücudun tahrib
olması, kumarda ise; aile hayatının yıkılması, ibadet yapmaya engel olması,
düşmanlığa vesile oluşu gibi büyük zararları, onun az menfaati ile
karşılaştırıldığında, zararının ne kadar büyük olduğu
görülür.
Ey Muhammed (sav), sahabiler sana mallarından ne
kadarını Allah (cc) yolunda harcayacaklarını, ne kadarını da kendilerine
alıkoyacaklarını sorarlar. Onlara de ki: «İnfakı kolay olan ve ailenizin
ihtiyaç fazlasından
infak ediniz. Allah (cc)'ın hikmeti, sizin icın
menfaatli ve zararlı olanın be-yan edilmesini gerektirir. O sizi hayra ve
saadete sevkedecek şeylerin a-çıklanmasını istemiştir. Ki dünya fani, ahiret İse
bakidir. Akıllı adam, ahi-reti dünyaya tercih eder.»
Ey Muhammed (sav), sahabiler sana yetimlerin
mallarını kendi mallarına katarak mı, yoksa katmayarak mı
çalıştırabileceklerini soracaklar. Onlara de ki: «Vetfmlerin mallarını düzgün
bir şekilde çalıştırmak, uzak durmaktan daha iyidir. Yetimlerin mallarını kendi
mallarınıza katarsanız, onlar sizin din kardeşlerinizde. Zaten kardeş kendisi
İçin sevdiğini, onun için de sevmelidir. Allah (cc) sizi her zaman kontrol
ettiği gibi, bütün hare ketlerin izden de haberdardır. O, sizlerden kimin
bozguncu, kimin düzeltici olduğunu en iyi bilendir.
Yetimlerin mallarını, kendi mallarınıza kattığınız
.zaman, onlarınkini yemeyiniz. Allah (cc), dileseydi sizi meşakkat ve
zorluklara atabilirdi. Fakat Allah fcc), size rahmet ederek kolaylık
yaratmıştır. Çünkü Allah (cc), azizdir. Hiç kimse, yaptıklarına ve
yapacaklarına mani olamadığı gibi, hükümlerinden dilediğini, dilediği şekilde
beyan' eder.»[346]
1. imam Ahmed bin Hanbel (ra), Ebu Davud (ra) ve
Tirmizî (ra)'nin Ömer bin Hattab (ra)'dan rivayetidir: «Benim {Hz. Ömer), «Yarabbi, bize içki hususunda doyurucu bir
haber beyan et. Şüphesiz o, malı ve aklı götürür» duam üzerine, «Sana içkiyi ve
kumarı sorarlar...» âyeti nazil oldu. Âyet nazil olduğunda beni çağırarak
okudular. Ben yine, «Atlahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et»
duam üzerine. «Ey İman edenler, siz sarhoş iken namaza yaklaşmayınız...» (Nisa:
43) âyeti nazil oldu. Beni tekrar çağırarak nazil olan âyeti okudular. Ben yine,
«Allahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» diye dua ettim. Bunun
üzerine, «Ey İman edenler, içki kumar (tapınmaya mahsus) dikil taşlar, fal
okları, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun İçin bunlar* dan kaçının
ki muradına eresinfz» (Mâide: 90) ve «Şeytan İçkide ve kumarda ancak aranıza
düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Alfanı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değlJ mi? (Maide: 91) âyetleri nazil oldu. Beni
tekrar çağırıp nazil olan âyetleri okumaya başladılar. «Siz vazgeçtiniz değil
mi?» cümlesine gelince ben, «Ya Rabbi biz vazgeçtik, vazgeçtik»
dedim.»
2. İbn-i Cerir et-Taberi'nin İbn-i Abbas
(ra)'tan: «Yetimin malına, ru«-düne erişinceye kadar, o en güzel olanından başka
bir surette yaklaşmayın...» (En'âm: 152), «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız
(ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar
çılgın bir ateşe (Cehenneme) gireceklerdir» (Nisa: 10) âyetleri nazil olunca
yanında yetim bulunduran müslümanlar, yiyecek ve içecek Irkini, yetimlerin
kinden ayırdılar. Hatta kendi yiyeceklerinden de onların yemesi için bir miktar
ayırdılar. Kendilerine zor gelen bu durumun aydınlanmasını Resulullah
(sav)'-tan istediler.-Bunun üzerine Allah (cc): «Bir de şano yetimleri sorarlar
De ki: Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir
crada yaşarsanız onlar sizin İçin kardeşlerinizdir...» âyetini inzal buyurdu.
Bundan sonra müslümanlar, yetimlerle birlikte yemek yediler ve içtiler»
[347] rivayetidir.[348]
Birinci İncelik: Allah (cc). içki hakkında tedrici
olarak 4 âyet inzal buyurmuştur. «Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de
içki ve güzel bir rızık edinirsiniz...» (Nahl: 67) âyeti, Mekke'de nazil oldu.
İslâmın ilk devrelerinde zaten müsiümanlar içki içiyorlardı. Ve helaldi. Sonra
Medine'de: «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De Vi: Onfarda hem büyük günah,
hem insanlar için faideter vardır...» âyeti nazil olunca sahabilerden bir kısmı,
âyette «onlarda büyük günah vardır» emrine uyarak içki ve kumarı terkettiler.
Diğer bir kısmı ise âyette «onlarda insanlar için faide-ler vardır» emrine
ittiba ederek, içkiye devam ettiler.
Daha Sonra bir gün Abdurrahman bin Avı (ra),
sahabileri davet ederek bir ziyafet verdi. Ziyafette çokça yemek yendi ve İçki
içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden birini Seçerek namaz kılmaya
başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı sure olarak. «(Hobibim) de: Ey
kafirler, ben sizin taptığınıza tapmam» (Kâfirun: 1-2) âyetini «Ben sizin
taptıklarınıza tcparım» şeklinde okudu. Bunun üzerine, «Ey (man edenler siz
sarhoşken ne söyleyeceğiniz bitinceye ve cünüp İken de -yolcu olmanız müstesna-
gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu. Böylece
namaz vakitleri İçki içmek yasaklandı. Bir kısım müslümanlar ise, yatsı
namazından sonra içki İçmeye devam ettiler.
Bundan sonra sahabi Atban bin Mâlik (ra), bir deve
başını kızartarak içlerinde Saad bin Ebi
Vakkas (ra)'ın da bulunduğu bir cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve İçki
İçilmeye başlandı. İçkiniri tesiriyle kar-iı şılıklı şiirler söylemeye
başladılar. Şiir söyleyenlerden biri, kabilesini öven, onları hicveden bir
kaside söylemeye başlayfnca, bir ensarlı devenin çene kemiğini alarak Saad bin
Ebi Vakkas'm basına vurdu ve kan akıttı. O'da başının kanı ile Resulullah
(sav}'a giderek şikayette bulundu. Bunun üzerine: «Ey İman edenler, içki,
kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...)»
(Mâide: 90) âyeti nazil oldu. [349]
İkinci İncelik: İçkinin tedrici emirlerle haram
kılınmasında cok ince ve derin hikmetler vardır. Cahillyet devrinde Araplar,
içkiye alışkındılar. İçki hayatlarının bir parçası gibiydi. Eğer bir emirle
yasaklansaydı, onlara cok zor gelirdi. Hatta yasaklama emrine uymazlardı. Hz.
Aişe (ra}'nin; ' «Önce Kur'an'ın uzun bir suresinde Cennet veXehennemİ bildiren
âyetler geldi. İslâmi kabul edenler, islâmi esaslara iyice alıştıktan sonra
helal ve haramı bildiren âyetler gelmeye başladı. Eğer içki hususunda da
başlangıçta, «içkiyi İçmeyin» emri nazil olsaydı, onlar «içkiyi katiyyen
bırakmayız» diyeceklerdi» dediği gibi, istâmın sosyal hastalıkları nasıl tedavi
ettiği a-Cikca görülür. Çünkü içki hususunda nazil olan 1. âyette, halkı ondan
nefret ettirme, 2. âyette mala ve bedene verdiğf büyük zararlar ve az menfaati
mukayese etme ve nefret ettirme, 3. âyette, namaz vakitlerinde içki icifmeme
yasağı ve namaza yaklaştırmama. 4. âyette de kesin olarak haram kılma yoluna
gidildi. [350]
Üçüncü İncelik: İçki, aklı götürdüğü gibi, malı da
elden clkarır. Halbuki âyette nicln, «içkide menfaat vardır» deniliyor? Bu
soruyu şöyle cevaplandırabiliriz: Âyetteki, «menfaatlar» tabirinden maksat,
maddi menfaat-lardır. Zira onlar, içkiyi yüksek fiatla satarak büyük para
kazanıyorlardı.' Kumar ile de oyun bilmeyenlerin elinden rahatlıkla paralarını
alırlardı. Allah (cc) gerek içki, gerekse kumarda menfaati zikretmesi ortak
noktadır. İkisinde de menfaat, maddidir. Kumar oynayanların bir krsmı kazanır,
bir kısmı ise kaybeder. İçki ticaretini yapanlar, büyük kazançlar elde etseler
de. onu alıp içenler, satanlardan kat kat fazladır. Allah (cc), âyetinde
icmâlen şöyle der: Onda her nekadar az bir menfaat varsa da, onun İçilmesi ve
satılmasıyla kazanılan günahlar, menfaatından pek çoktur.
Altâme Kurtubi, bu hususta şöyle diyor: «İçkideki
menfaatler ticaretindeki karlardır. Çünkü Araplar, Şam bölgesinden cok ucuza
aldıkları İçkiyi, Hicaz bölgesine getirerek fahiş fiyatla satarlardı. Çoğu kez
içkiye alışanlar, flata aldırış etmeksizin onu alırlar. Hatta çocuklarının tek
gıdalarını oluşturan süt keçilerini satarak, İçki alma yoluna giderlerdi. Buna
benzer olaylar zarr.anımızda da pek çoktur.» [351]
Dördüncü İncelik: İnsanın en değerli varlığı
aklıdır. İçki içerek. İnsani duygulardan uzaklaşan insan, hayvan mertebesine
İner. Bundan dolayı Allah (cc), İçkiyi haram etmiştir. Hatta içkiye
«kötülüklerin anası» İsmi dahi verilmiştir. Nesâi, Hz. Osman (ra)'dan şöyle
rivayet eder:. «İçkiden kaçınınız. Çünkü o bütün kötülüklerin anasıdır. Önceki
ümmetlerden birinde çok ibadet eden bir adam vardı. Onu yoldan çıkarmak isteyen
azgın, sapık bir kadın, cariyesini göndererek, «Şahit yapmak İstiyorum, yanıma
gelsin» dedi. O kimse, cariye İle birlikte sapık kadının evine girdi. Cariye,
kadının yanına varıncaya kadar geçtikierj tüm kapıları kilitledi. Kadının yanına
gelen o kimse, onun çok süslenmiş olarak oturduğunu gördü. Kadın ona «Sent
şahitlik için değil, benimle cinsi münasebette bulunma, bu şaraptan bir kase
içme veya.şu çocuğu öldürme fiillerinden birini yapmanız için çağırdım» dedi.
Bunların içinde en hafif olarak şarap İçmeği gören o kimse, «Bana bir kase şarap
verin» dedi. Onlar bir kase şarabı verdikten sonra, o kimse sarhoş oluncaya
kadar şarap içmeye devam etti. Bundan sonra kadınla cinsi münasebette bulundu.
Çocuğu da öldürdü. Öyleyse siz içkiden kaçınınız..Çünkü Allah (cc)'a yemin
ederim ki İman ile İçki bi-rarada olmaz. Birisi ctkar, diğeri o zaman girer.
Yani iman çıkar, içki kalır.» [352]
Besinci incelik: İçki içmeye karar veren ve nefsine
haram kılan Kays [353] bin Asım el-Minkarî (ra), içkinin kötülüklerini bir şiirinde şöyle
anlatır: «İçkinin hiç bir hususta iyiliğini görmedik. Çünkü ondaki hususiyet, en
uysal insanı dahi azgınlaşttrmoktır. Allah {CC)'a yemin ederim ki, o, hiç bir
hastalığı iyiieştirmez. İçen kimsenin iç yapısını hemen ortaya çıkarır ve onu
halka rezit eder. İçki bir çok büyük felaketlere vesile
olur.»
Altıncı İncelik: Arapların cahiüyet devrinde
oynadıkları kuman Ze-mahşeri şöyle dile getirir: «Arapların fincan şeklinde, son
üç tanesi hariç diğerlerinin üzerinde pay miktarı yazılı, 1. aletin pay, 2.
aletin İkiz, 3. aletin rahip (kontrol), A. aletin dördüncü, 5. aletin nafiz, 6.
aletin müsbil, 7. aletin mualla, 8. aletin menin, 9. aletin sefih ve 10. aletin
elvağd İsmiyle anılan 10 tane kumar aletleri vardır. Bunları bir torbaya
koyduktan sonra, güvendikleri adil bir kimseye verirlerdi. O kfmse, torbayı
karıştırdıktan sonra kumar aletlerinden onların her birisine birer tane verir,
aletlerin üzerlerinde pay miktarları yazılı olduğundan, herkes hakkına razı
olurdu. Hisselerine pay çıkanlar, bunları yemeyerek fakirlere dağıtır ve
bununla do iftihar ederlerdi. Oyuna katılmayanlar da hakir görülerek horla
nırlardı.» [354]
Bazı alimlere göre, «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar.
Da ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar İçin faldeler vardır. Günahları ise
falde-lerinden daha büyüktür...» âyeti, içkinin haram olduğuna delalet eder.
Zira Allah {cc} âyette. «De W: Onlarda hem büyük günah... vardır» ifadesini
anmıştır. Halbuki Cenab-ı Hak, «De ki: Rabfaim oncak hayasızlıkları, onların
açığım, gizlisini bununla beraber (her türlü) günah"... haram etmiştir» (A'raf:
33} öyetiyle günah işlemeyi haram kılmıştır. Bu görüş Kadı Ebu
Yo'la'nındtr.
Cumhur/a göre ise bu âyet, içkinin haram olduğuna
değil, çirkin ve kötü bir şey olduğuna işarettir. Çünkü sahabller, bu âyetin
nüzûlundan sonra da içki İçmişlerdir. Eğer içkinin haram olduğunu bu âyetten
saha-biler anlasaydılar, kesinlikle içki İçmezlerdi. Bu âyetin hükmü, Mâide
suresinin 90. âyetiyle neshedilmiştir. Bu görüş, Mücahid (ra), Katâde (ro) ve
Mukâti (ra)'İndir. Sahih olan da budur.
Kurtubl, bununla ilgili olarak: «Bu âyette, yalnız
içkiyi yerme vardır. Onun haram edilmesi, «Ey İman edenler, İçki, kumar, dikili
taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...» (Mâlde: 90)
âyetiyledir. Çoğu müfessir bu görüştedir» [355] der.[356]
Hamr'in tarifi hususunda alimler iki görüşe
ayrılmışlardır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, yalnız üzüm
şırasından yapılan sarhoş edici içkiye hamr denir. Üzüm dışındaki şeylerden
yapılan sarhoş edici içkiye ise hamr değil, nebiz (sarhoş edici bir madde)
denir. Bu görüş, Küfe alimleri. Neheî, Sevrî ve Ibn-i Ebi
Leyla'nındır.
İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra)'e göreyse hamr; hurma, üzüm, arpa ve diğer herhangi bir maddeden
yapılırsa yapılsın, sarhoş edici şeylere denir. Bu görüşte bütün muhaddis ve
Hicaz alimlerinin görüşüdür.
Küfe alimleri ve İmam-ı Azam'ın
delilleri:
Küfe alimleri ve Ebu Hanife (ra). hurma ve üzüm
dışında, diğer meyve ve arpalardan yapılan şıraya, hamr (şarap) denilmediğini
lügat ve hadisle Isbat ederler.
Lügattan delilleri: Ebu'l Esved ed-Düeli; «Sen hamr
(şarap) içmeyi bırak, onu Hind içsin» şiirinde, hamr'İ yalnız üzümden yapılan
sarhoş edici içki anlamında kullanmıştır.
Sünnet (hadis)'ten delilleri: Ebu Said el-Hudri
(ra)'den varit olan rivayete göre, Resulullah (sav) yanına gelen bir sarhoş
kişiye, «Hamr mi içtiniz? div'd sorunca o, «Allah (cc) ve Resulü (sav), onu
haram ettikten sonra içmedim» dedi. «Öyleyse ne içtiniz?» buyuran
Resulullah-(sav)'a «Üzüm, hurma ve-diğer meyvaların karışık şıralarından İçtim»
cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (sav), onları da haram kıldı. [357] Bu hadisten anlaşılan, o sarhoşun, Resulullah (sav)'ın huzurunda karışık
şıraya hamr ismini vermediğidir. Öyleyse hamr, yalnız üzüm şırasından yapılan
İçkiye denir.
İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra), İmam Hanbelİ (ra)
ve Hicaz alimlerinin delilleri:
Bunların, her sarhoş edici şeyin hamr olduğuna dair
delilleri aşağıdadır :
1. Ibn-i Ömer (ra)'dan varit olan rivayete,göre;
Resulullah (sav): «Her sarhoş edici şey, hamr (şarap)dır ve her sarhoş edici
şeyde haramdır*»; buyurdu. [358]
2. Ebu Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği
hadistir: «Resulullah (sav), ü-züm ve
hurma ağaçlarına İşaret ederek, «Hamr, bunlardan yaptlır» buyur-uU» [359]
3. Enes (ra)'den: «Resuiuilah (sav), «Hamr, haram
kılınmıştır. Üzümden yapılan hamr, bizim ülkemizde azdır. Bizim ülkemizin
hamr'i İse, taze ve kurutulmuş hurmadan yapılır» buyurdu.»[360] diye rivayet ediien hadistir.
4. Ibn-i.Ömer (ra)'den varit olan diğer bir
rivayete göre de, Resulullah (sav); «Haram kılınan hamr, üzüm, buğday, hurma,
arpa ve darıdan yapılır. Aklı örten (çalışamaz hale getiren) her şeye hamr
denir» buyurdu. [361]
5.Ümme Seleme (ra) annemizin; «Resulullah (sav), her
sarhoş edici şeyi yasaklamıştır» [362] rivayetidir.
Bunlar, görüşlerini hadislerle isbat ettikleri
gibi, lügatle de isbat e-derler. Çünkü lügatta hamr, bir şeyi örtme
anlamındadır. Sarhoş edici şeylere de hamr denmesi, aklı örttüğü, yani üstü
Örtülü şeyin görülmediği gibi, içkifi bir kişinin geçici bir zaman da olsa
aklını çalışamaz hale getirdiği içindir. Üzüm, arpa, hurma, buğday ve dan gibi
şıralar, hamr gibi aklı Örterler. Sarhoş edici madde neden yapılırsa yapılsın,
hamr olduğu kesindir.
İmam Fohreddin er-Râzî bu hususta; «Yapılan tüm
izahlar, şıraların hamr gibi sarhoş edici olduklarını ortaya çıkarıyor.
Lügatçıların tahkikine, nakledilen hadislerde i]ave edilirse bütün şıraların
hamr gibi yasak edildiği açıkça görülür» [363] der.
Birinci ve ikinci gurubun delilleri incelendiğinde,
ikinci gurubunki tercih edilir, öyleyse hamr, haram olduğu gibi, her sarhoş
edici şey de hamr'-dır ve haramdır. Hz. Ömer (ra) de bu görüştedir. Sahabiler
hamr'in haram olduğunu duyunca, ondan bütün şıraların haram edildiğini
anladılar. Çünkü Arap dili ve edebiyatını-herkesten İyi bildikleri gibi, Allah
(cc)'ın âyetteki maksadını da herkesten iyi arılıyorlardı. Sarhoş edici şeyin
haram olduğu hadisle de sabittir. Enes bin Malik (ra)'den: «Şarabın haram
kılındığı gün -Onu duymamıştık- Ebu Talha (ra)'nın evinde içki içen arkadaşlara
şakilik yapıyordum. Hurma şırasından yapılmış içkiyi dağıtırken, dışarıdan
gelen bir kimse, «Siz hamr hakkında nazij olan âyeti duymadınız mı?» dediği
zaman evde bulunan topluluğun hepsi içkilerini dökerek, kaselerini kırarak orayı
terkettiler.» diye rivayet edilen tarihi olay, İçkilerin neden yapılırsa
yapılsın, kesinlikle horam olduğunu gösteriyor.[364]
Bütün islâm alimleri, her türlü kumarın kesinlikle
haram olduğuna hükmederler. Çünkü Allah (cc), «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. De
kt: Onlar da büyük günah... vardır» âyetiyle haram kılmıştır Hangi oyun olursa
olsun, bir kısmı .kazanırken, büyük bir kısmı da zarara girmektedir. Bu oyunlar
tavla, satranç, kağıt veya herhangi bir oyun aletiyle olsun hepsi haramdır.
Hatta oynanan oyun, bir bardak çay karşılığı da olsa, yine haramdır. Zira
islâm'da haram olan bir şeyde İstisnai bir durum söz konusu olamaz. İslâm'a
göre kumar türleri içersine hangi maksatla satılırsa satılsın tüm piyango
biletleri, at yarışlarında atların İsmiyle çekilen biletler, spor kulüpleri
namına doldurulan kağıtlar girer ve bunlar aynen kumar hükmündedir. Bunlarda
kumar da olduğu gibi kazanan çok az, kaybeden sayılamayacak kadar çoktur. Geniş,
izahat fskıh kitaplarında vardır.[365]
Allah (cc), İnsan aklına, mâlına ve aile hayatına
büyük zarar verdiğinden içkiyi kesinlikle haram kılmıştır. Herşeyden önce İçki,
insanın aklını tahrib ederek, yeme, yatma ve konuşmasını anormalleştirir.
Sindirim sistemini ve Kan dolaşımını etkiler. Çoğu kez içki, kendisine
alışanların ani ölümüne neden olur. Bu husustaki geniş İzahat elbette modern
tababette mevcuttur. Hatta bazı Alman doktorları, kendi devlet adamlarına, «Siz
meyhane ve İçki fabrikalarının yarışını kapatınız. Bizde hastane ve
hapishanelerin yarısının kapacağına teminat verelim» demişler. İçkinin zarar ve
kötülüklerini, «İçki, kötülüklerin onasıdtr* hadis) ne güzel İzah
eder.
Kumarın zararları da, İçkinin zararlarından az
değildir. Zira o, oynayanlar arasına kin, düşmanlık sokar. Halkı tembelliğe,
başıboş gezmeğe, yorulmadan ve çalışmadan para kazanmaya alıştırır. Namaz kılmak
ve zikir yapmaktan alıkor. Aile hayatını yıkar. Onun vasıtasıyla çoğu zengin
aileler, fakir düşer. Kumara alışanların para ve servetlerini kaybetmelerinden
dolayı intihar ettikleri de görülür. Gün geçtikçe içki ve kumarın zararlarının
ne kadar çok olduğu açıkça müşahede edilmektedir. Halbuki bu tecrübelere
bakmaksızın herkesin içki ve kumarı, «Şaytan İçkide ve kumarda ancak aranıza
düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık siz
vazgeçtiniz değil mi?» (Mâide: 91) âyetine bakarak terketmesi gerekir. Her
müslümana düşen vazife budur.[366]
221 — (Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla
(müşriklerle), onlara İmana gelinceye kadar evlenmeyin, İman eden bir cariye,
müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik
erkek-lere de, onlar iman edinceye kadar, (mü'mfn kadınları) nikahlamayın.
Mü'-mln bir kul, müşrikten- o sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır.
Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah İse, kendi iradesiyle, cennete ve
mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki İyice düşünüp
İbret alsınlar.
(Tenklhül
müşrlkâtl): lAllah'a eş tanıyan kadınlarla
evlenmeyiniz.» Lügatta, hiçbir semavî dini olmayan, putlara tapan kadına
müşrike, erkeğe müşrik denir.
(Emetün
mü'mînetün}; Emet kelimesi, cariye anlamındadır. Mü'mine
kelimesi ise, islâmı kabul eden kadın ma nasınadır.[367]
Allah (cc), icmâlen şöyle buyurur: «Ey müminler,
müşrik kadınlarla, Allah (ccj'a ve ahiret gününe inanıncaya kadar evlenmeyiniz.
Sizin için Allah (cc)'a ve Resulü (sav)'ne İnanan bir cariye —malr, mevkisi ve
güzelliğiyle hoşunuza giden— müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Siz
kadınlarınızı müşrik erkeklere Allah (cc} ve Rasulüne (sav) inanıncaya kadar
nikahlamayınız. Sizin hür kadınlarınızı, mü'min bir köleyle evlendirmeniz
.-serveti ve mevkisi hoşunuza giden- hür bir müşrikle evlendirmenizden dona
hayırlıdır. Çünkü evlenmeleri haram olan müşrik erkek ve kadınlar, sizi cehennem
ateşine götürecek bir yola davet ediyorlar. Allah (cc) ise sizi cennete
götürecek bir yola davet ediyor ve halka kendi yolunun cennet yolu olduğunu
gösteriyor. Ki onlar güzel ile çirkini, hayır ile şerri birbirinden ayırt
edebilmeyi düşünsünler.[368]
1. Mirsat bin Ebi Mirsat (ra), hicretten sonra
Muhacirlerin Mekke'de kalan ailelerini Medine'ye getiriyordu. O'nun cahiliyet
devrinde «Enak» İsimli müşrik bir
kadınla ilişkisi vardı. Mirsat, Mekke'ye geldiğinde- kadın, «Benimle kalmaz
mısınız?» dedi. Mirsat kadına, «Ne yapıyorsunuz? İslâm, seni bana haram kıldı»
deyince, o da, «öyleyse benimle evlen» dedi. Mirsat, Rasulullah
(sav)'a gidip sorduktan sonra evlenebiliriz» diye
cevap verdi. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. [369]
2. İbn-i Abbas (ro)'ın rivayetidir: «Abdullah bin
Revaha (ra)'ntn zenci bir cariyesi vardı. Kızarak ona bir tokat attı, fakat
korktu. Resulülloh (savj'a giderek durumu anlattı. Resülullah (sav), o cariyenin
kim olduğunu sorunca, «oruç tutan, abdest alan, namaz kılan, Allah (cc)'a ve
sana inanan bir kadındır» dedi. Resulullah (sav) «O cariye, mu'minedir» deyince Abdullah,
«Seni hak yol ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, onu azat edip evleneceğim»
dedi. Bİlahere Abdullah bin Revaha (ra). o mü'mine cariye ile evlendi. Bunun üzerine bazı
müslümanlar, O'nun bu cariye ile evlenmesini ayıpladılar. Çünkü onlar müşrik
kadınları güzellik, soyluluk, zenginlik gibi vasıflara önerek almak (evlenmek)
istiyorlardı. İşte bunun üzerine, bu âyet nazil oldu.» [370]
Birinci
İncelik: Âyette, «nikâh» kelimesinden maksat, cinsî
münasebet değil evlenmedir.
İkinci
incelik: «...İman ederi bir cariye, müşrik bir kadından
-bu sizin hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır» âyetinde, evlenme
konusunda dikkat edilecek şeylere çok ince bir işaret vardır. Evlenmede en
dikkat edilecek şey, kadının güzelliği, soyluluğu ve zenginliği değil, güzel
huy-luluğu ve dindar oluşudur. Nitekim Rasulullah (sav} bir hadisinde: «Siz
kadınları güzelliği için almayınız. Güzellik onları gurura ve şımarıklığa
sev-kedebillr. Malları için de evlenmeyiniz. Çünkü servetleri, onları size karşı
isyan ettirebilir. Siz dindar kadınlarla evleniniz. Dindar zenci bir cariye,
güzellik ve servet sahibi bir kadından daha hayırlıdır,» buyurmuştur. [371]
Üçüncü ve
dördüncü incelikler: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili
olduğundan alınmamıştır.[372]
«(Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla
(müşriklerle), onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin» âyeti, puta ve ateşe
tapan kadınlarla evlenmenin haram olduğuna delalet eder. Kitap ehil kadinfarla
evlenmek ise, caizdir. Zira Allah (cc): «Bugün size bütün İyi ve temiz
(nimetler) helal kılındı. Kendilerine ki top verilenlerin yiyeceği sizin İçin
helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Namuskar, zinaya
sapmamış, gizli dostlar »dinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla)
mü'mlnlerden hür ve İffetli kadınlarla, kendilerine sizden evvel kitap
verilenlerden yine hür ve İffetli hanımlar dahi, siz onların mehillerini verip
(nikah ed) ince (siz© helaldir)...» (Mâide: 5) buyurmuştur. Bu âyete göre. kitap
ehli kadınlardan iffetli ve namuslu olanlarla evlenmek mubahtır. Cumhur ve
ehl-i sünnet'in dört mezheb imamı bu görüştedir.
İbn-i Ömer (ra) ise, kitap ehli kadınlarla
evlenmeye haram demiştir. Çünkü bir müslümanm, hrlstiyon ve yahudi bir kadınla
evlenip evleneme-yeceği sorulduğunda «Allah (cc), müşrik kadınlarla evlenmeyi
haram kılmıştır. Bir kadının Hz. İsa veya Hz. Meryem'in Rab olduğuna İnanarak
söylediklerinden daha büyük bir şirk tasavvur edemiyorum»
demiştir.
Cumhur'un (Ebu Hafifte (ra), ŞafK (ro), Maliki
(ro), ve Hanbeli (ra) delilleri:
A. Müşrik kelimesi, kitap ehlini kapsamaz. Çünkü
Allah (cc) «Ehl-i kitaptan olan kafirler
de, (Allah'a eş koşan) müşriklerde size Rabblnİzden birkaç hayır indirilmesini
İstemezler» (Bakara: 105), «Kitaplılardan ve müşriklerden küfredenler...»
âyetleriyle buna işaret eder. Bu iki âyette, müşrikler ve kitap ehli ayrı ayrı
zikredilmiştir. Bu da göstermektedir ki, ikisi bir
değildir.
B. Cumhur, selefin kitap ehli kadınlarla
evlenmeyi mubah görmelerini delil getirirler. Çünkü onlar, Asr-ı Saadete bizden
daha yakındılar, Arap dili ve edebiyatı ile hadisleri bizden daha iyi
biliyorlardı.
Katâde (ra)'ye göre, «Ey müminler Allah'a eş
tanıyan kadınlarla, on-lur imana gelinceye kadar evlenmeyin...* âyetinden
maksat, okuyup amel edecekleri hiçbir semavi kitapları olmayan müşrik Arap
kadınlarıdır. [373]
Hammâd'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Ben, İbrahim
en-Nehâî'ye, «Hristiyan ve yahudi bir kadınla evlenmek mubah mıdır? diye sordum.
«Evlenilir» cevabını alınca tekrar, «Allah (cc) müşrik kadınla evlenmeyiniz
bu-yurmamış mıdır?» dedim. O'da «Âyette «müşrik» kadından maksat, puta ve ateşe
tapan kadınlardır» dedi.[374]
C. Cumhur'a göre Bakara süresindeki, «Allah'a eş
tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin...» âyetin. Mâ ide süresindeki, «...Namuskar,.
zinaya sapmamış ve gizil dostlar da edinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız
şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetti kadınlarla kendilerine sizden evvel kitap
verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi siz onların mehillerini ver(İp
nikah edjlnce (stze helaldir)...» (5. âyet) âyeti neshetmesi caiz değildir.
Çünkü Bakara suresi 221. âyeti, Medine'de nazil olan âyetlerdendir. M aide
suresi 5. âyeti ise nikah mevzuunda daha sonra nazil olmuştur. Nesh kuralında
son gelen âyet, bir önceki âyetin hükmünü nesheder.:
D. Hz. Ömer (ra), bir yahudi kadınla evlenen
Huzeyfetü'l Yemanî'ye yazdığı mektupta, evlendiği kadını boşamasını tavsiye
etti. O, Hz. Ömer (ra)'e yazdığı cevabı mektupta «Eğer yahudi bir kadınla
evlenmek haram ise, boşayayım» dedi. Hz. Ömer (ra), O'nun mektubuna verdiği
cevapta şöyle dedi: «Onlarla evlenmek haram değildir. Endişem, sizin iffetfl
olmayan kadınlarla evlenmenizdîr. Çünkü Allah (cc), kltapehli kadınlarla
evlenmeyi ancak İffetti olmak, yani kimseyle zina yapmayan veya gizli ilişkisi
olmayan kadın olmak şartıyla mubah kılmıştır.» [375]
Hz. Ömer (ra)'in, Huzeyfetü'I Yemani'ye (ra)
yazdığı mektuptan, müs-İümanların evlilik hususunda cok dikkatli ve ihtiyatlı
olmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. Yoksa mektuptan, kitap ehlj bir kadınla
evlenmenin haram olduğu anlaşılmaz.
E. Abdurrahman bin Avf (ra)'ın rivayet ettiği
hadise göre, Resulutlah (sav), mecusiler hakkında; «Siz onlarla yaptığınız işlerde, kitap ehli ile yaptığınız
işlerdeki gibi hareket
ediniz. Yalnız mecusilerin
kadınlarıyla evlenmeyiniz ve kestikleri hayvanların etlerini yemeyiniz»
buyurdu. [376]
Kitap ehli kadınlarla nikah caiz olmasaydı,
naklettiğimiz hadiste, Re-sulullah (sav), mesusi kadınlarla evlenmeyi
yasakladığı gibi, kitap ehil kadınlarla da evlenmeyi
yasaklardı.
Taberi, bu hususta şöyle der: «Tefsirler içinde bu
ayetin en güzel tefsirini Katâde aşağıdaki şekilde yapmıştır: «Allah (cc)'ın,
«Siz müşrik kadınlarla evlenmeyiniz» âyetinden murat, kitap ehli olmayan müşrik
kadınlardır. Âyetin hükmü diğer '"ir âyetle neshedilmemiştir. Çünkü kitap ehli
kadınlar tabirine dahil değildir. Allah (cc) kitap ehli kadınların,
«...Ken-dllterlne sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar
dahi, siz onların mehirlerinf ver(İp nikah ed)İnce (size helaldir)...» âyetiyle,
mü'-mlnlerle evlenmesini helal kılmıştır. Hz. Ömer (ra) de, «Müslüman bir
erkek, hrlstiyan bir kadınla evlenebilir. Hiçbir zaman hristiyan bir erkek,
müslüman bir kadınla evlenemez» buyurdu. Yalnız Hz. Ömer (ra)'in saha-bilerden
Talha (ra) ve Huzeyfe (ra)'nin, yahudi ve hristiyan kadınlarla evlenmelerini
çirkin görmesi ve onları boşamasını istemesi, onlara halkın bu hususta
uymamaları içindir. Eğer Hz. Ömer (ra), onların kitap ehli kadınlarla
evlenmelerini çirkin görmeseydi, müslümanların çoğu onlara uyarak kitap ehli kadınlarla evlenir, müslüman
kadınlarla evlenmeyi terke-derdi.» [377]
«...Müşrik erkeklere de, onlar İman edinceye kadar,
(mü'mfn kadınları) nikahlamayın» âyeti, müşrik bir erkeğin, müslüman bir
kadınla evlenmesini kesinlikle haram kılar. Âyette «müşrik» kelimesinden murat,
İslâm dinine girmeyen, putperest, mecusi, yahudi, hrlstiyan ve mürtedlerdfr.
Bunların hepsi de âyette de görüldüğü gibi kesinlikle haramdır. Bunun hikmeti de
İslâmın izzet ve şerefinin herşeyin üstünde olmasıdır. Hiçbir şey, İsfâmın
üstüne çıkamaz.
Müslüman bir erkeğin, yahudi ve hrlstiyan bir
kadınla evlenmesi helal olduğu halde, hristiyan veya yahudi bir erkeğin,
müslüman bir kadınla evlenmesi kesin olarak haramdır. Çünkü Allah (cc} «Onlar
sizi cehenneme çağırırlar...» âyetiyle bunu beyan etmiştir. Yani onlar, sizi
küfre davet e-der, küfür İse cehennem ateşine atılmaya sebeptir. İslama göre
erkeğin, kadın üzerinde mutlaka bir hakimiyeti vardır. Bu nedenle evlendiği
kimse, mü'mine kadını dinini terketmeye zorlayarak kendi dinine sokabilir. Doğan
çocukları babası hristiyan, musevî veya purperest yapabilir. Çünkü çocuklar,
babanın yanında terbiye olmuştur. Bu da çocuğun ateşe girmesine vesile olur.
Diğer taraftan müslüman bir erkek, Hz. İsa ve Hz. Musa'ya inandığı gibi onlara
inzal olan İncil ve Tevrat'a da İnanır. Erkeğin müslüman olması, hristiyan veya
yahudi kansına eza ve cefa yapmasına manidir. Çünkü o, karısının inandığı
peygamberlere de inanır. Hiç bir dinî ihtilafları, eza ve cefaya sebep olmaz.
Ama Kur'an'a ve Resululfah (sav)'a İnanmayan bir gayr-i müslim erkek, dininden
dolayı her zaman karısına işkence yapar ve dinini hafife
alır.
Halep'te iken, İslâm hukukunu küçük düşürmek
kastıyla, «Müslüman erkek, hristiyan bir kadınla evlenebilir de. bir hristiyan
erkek, neden müslüman bir kadınla evlenemez?» diye soran gayr-i müslim bir
talebeye, «Biz müslümanlar, peygamberiniz Hz. İsa'ya ve kitabınız İncil'e
İnanıyoruz. Eğer sizde peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e ve kitabımız
Kur'-an'o irfanırsanız, kızlarımızla evlenebilirsiniz» dedim. Talebe şaşkına
dönerek yanımdan ayrıldı.[378]
1. Semavi kitaplara İnanmayan ve puta tapan bir
kadınla evlenmek haramdır.
2. Gayr-ı müslimlerin, müslüman kadınlarla
evlenmeleri haramdır.
3. Müslüman bir erkeğin, hristiyon veya yahudi
bir kadınla evlenmesi, doğacak çocuğa dini bir zarar gelmemek şartıyla
helaldir.
4. İnsanlar arasında üstünlük yalnız dinledir.
Müslüman bir erkek, her zaman gayr-i müslim bir erkekten, müslüman bir kadında
gayr-i müslim bir kadından üstündür.
5. Gayr-i müslim bir erkek, evlendiği takdirde
mümine bir kadını her zaman kâfir yapmaya çalışır. Bunun İçin mü'mine bir
kadının, gayr-İ müslim bir erkekle evlilik yapması haramdır.[379]
222 — Sana
kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bir ezadır (pisliktir). Onun için
hayız zamanında kadınlar(ınızla
cinsi münasebetken ayrılın.
Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi, o
zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin, herhalde Allah hem çok tevbe
edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.
223 —
Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlatannızdır. O holde tarlanıza
dHediğiniz gibi gelin. Kendiniz Icin önden (iyi ameller) gönderin (hayırlı
evlatlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki herhalde siz ona
kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele...
(El
mehîdf): Mehid kelimesi, kadın vücudunun ay içersinde İfraz ettiği pis kan
manasınadır.
(Ezen): Ezen kelimesi, pislik, kir
manasınadır.
(Fağtezilû): tğtlzâl kökünden türeyen fağtezilû
kelimesi, fiildir ve kaçınınız anlamındadır.
(Yadhurne): To'nın tahfifiyle okunan yadhurne
kelimesi, kadınlardan ödet kanının kesilmesine denir. Yadhurne kelimesi
(yaddeherne) şeklinde şedde ile okunursa temizlik
manasınadır.
(Harsün):Hars
kelimesi, tohumu yere
atmak ve yeri ekime hazırlamak manasınadır.
(Ennö
sl'tüm): «Nasıl isterseniz?» anlamındadır. [380]
'
Allah (cc) İcmâlen şöyle buyurur: «Ya Muhammed
(sav), ay halindeki kadınla cinsi münasebette bulunmanın helal veya haram mı
olduğu hususunu soracaklar. Onlara de ki: aKadınların ay halinde iken gelen
kanları pistir. O halde İken kadınlarla cinsi münasebette bulunmak, hem sizin
için, hem de onlar için eziyettir. Onlardan sakınınız ve kan kes'finceye kadar
da yaklaşmayınız. Ay hali kanı kesilen ve temizlenen kadınlarla Allah (cc)'ın
yasakladığı yer ve şekilde değil, emrettiği yer ve şekilde cinsi münasebette
bulununuz. Çünkü Allah (cc), tevbe eden ve kötü fiillerden uzaklaşan kullarını
sever»
Yasağını te'kid eden ve kadınlarla clnsj münasebet
için helal yolun gerekliliğini beyan eden Allah (cc), daha sonra: «Ey İnsanlar,
kadınlar sizin nesil tarlanızdır. Onların rahminde cenin ve çocuk oluşur. Siz
kadınlarınızla helal yol olmak şartıyla dilediğiniz gibi cinsi münasebette
bulununuz. Yani kadınlarınıza yaklaştığınız zaman tohumunuzu zayi etmeyecek yer
olsun» buyurur. İbn-i Abbos (ra) bu hususu, «Sen tohumunu bitecek yere serp»
cümlesiyle ifade etmiştir.
«Ey müminler, ahiretiniz için salih ameller
hazırlayınız. Zira iyilik yapanlar
iyiliğiyle, kötülük yapanlarda kötülüğüyle
yargilantr.
Ya Muhammed (sav), müminleri Cennetteki sonsuz
ve-İBaytstz nimetlerle müjdele[381]
1. Enes bin Malik (ra)'den varit olan rivayete
göre, yahudller oy hali olan kadınlarıyla temizleninceye kadar yemez, içmez
hatta bir evde dahi oturmazlardı. Bu
durum Rasuluflah (sav)'a sorulunca: «Sana kadınların ay halinden de sorarlar. De
kf: O bir ezadır. Onun İçin hayız zamanında Kadınlarınızla cinsi münasebetten
sakının)...» âyeti nazil oldu. Resulul-loh (sav), ay hali olan kadınlarla cinsi
münasebetin dışında herşeyin yapılabileceğini beyan etti. Yahudiler
kızarak, «Hz. Muhammed (sav), her
hususta olduğu gibi, kadınların ay hali konusunda da bize muhalefet ediyor»
dediler. Yahudilerin bu sözlerini Ubbâd bin Büşr {ra) ve Useyd bin Hadir (ra),
Peygamberimize gelerek haber verdiler.
Ve «Ya Rasulullah (sav), oy hali
olan kadınlarımızdan, cinsi münasebetin dışında menfaat-lenebilir miyiz?»
dediler. Resulullah (sav)'ın yüzü kızardı. O'nun kızdığını zannederken,
kendisine hediye edilen sütü, onlara ikram ettiğini gördük. Anladık ki
kızmamış.» [382]
2. Câbir (ra)'in rivayetidir: «Yahudiler,
«Hanımının doğru yoluna arkadan münasebette bulunan kimsenin doğabilecek çocuğu
şaşı olur» derlerdi. Bunun üzerine:
«Kadınlarınız sizin (evlat
yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanın dirediğiniz gibi gelin...» âyeti nazil
oldu.» [383]
Birinci
incelik: Yahudiler ay halindeki kadınlarıyla yeme, içme,
aynı evde beraber kalma gibi fiflleri hiç yapmazlardı. Onların halini, pislik ve
bir hastalık kabul ederlerdi. Hrİstiyaniar ise onların aksine ay halindeki
hanımlorıyîa çekinmeden cinsi münasebette bulunurlardı. İslâm'da yahudiler gibi
tamamen uzaklaşma, hrfstiyanlar gibi de yakınlaşma yoktur. Yalnız ikisinin
ortası olan, ay halindeki kadınlarla yemek, içmek, aynı evde beraberce
yatabilmek serbest, cinsi münasebette bulunmak yasaktır.
İkinci
incelik: «Mahiz» kelimesi, bizzat kadının ay haline
dendiği gibi ay haline vesile olan yere de denir. Âyet, «mohiz» kelimesinin,
hayız hali olduğuna işaret eder. Çünkü
Allah (ec) «Sana (Habibim) kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bfr
ezadır, (pisliktir)...» buyurmuştur. «O, bir ezadır» cümlesi, adet halinin
vasıîlarındandır.
Üçüncü
İncelik; İbnü'l-Arabî: «Bir ilim meclisinde alim
Şâ'şl'ye, «Âyette «adet halinde iken kadına yaklaşmayınız» İfadesinden maksat
nedir?» diye sordular. O, «Ondan maksat, ay halinde olan kadınlarla yemek,
İçmek, beraber aynı yatakta yatmak değil, cinsi münasebette bulunmamaktır!
cevabını verdi,» [384] der.
Dördüncü
İncelik: Toberi'nin, Mücahid'den: «Kur'on'ı baştan sona
kadar İbn-i Abbas'tan 3 defa okudum. Her âyetin bitiminde anlamını soruyordum.
«Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlalannızdır. O halde tarlanıza
dilediğiniz gibi gelin..,» âyeti gelince İbn-i Abbas (ra), «Kureyşliler,
Mekke'de iken kartlarının doğru yoluna diledikleri şekilde yaklaşıyorlardı.
Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli kadınlarla evlenen* ler,
diledikleri gibj cinsi münasebette bulundular. Şikayetlenen Medine'!I kadınların
durumunu, Resulullah (sav) duyunca, işte bu âyet onların şikayetlerini
giderecek şekilde nazil oldu. Yani erkek, karısının doğru yolundan dilediği
şekilde faydalanabilir.» [385] rivayetidir.
Beşinci
İncelik: Allah (cc), kadının rahmini, tarlaya, erkeğin
nutfesi-ni tohuma, doğacak çocuğu, biten bitkiye benzetmiştir. Bu benzetişten,
kesinlikle erkeğin, kadının doğru yolundan gitmesi gerektiğini
anlonz.[386]
Alimler, ay hali olan kadından ne kadar kaçtntlması
gerektiği hususunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.
1. İbn-i Abbas [ra) ve Âbîdet es-Selmani (ra)'den
rivayet edilen görüşe göre, ay hali olan kadının bütün vücudundan
kaçınılır.
2. Ay hali olan kadının, dizkapağı İle göbeği
arasından kaçınılması farzdır. Bu Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik (ra)'in
görüşüdür.
3. Ay hali olan kadından, cinsi münasebet dışında
hertürlü faydalanma helaldir. Bu görüşte İmam Şafiî
(ra)nindir.
Birinci görüşün (Ibn-i Abbas (ra) ve Abîdet
es-sefmanî (ro)'n(n) delili:
Allah (cc), oy halindeki kadınlardan uzaklaşmayı
umumi bir ifade İle emretmiştir, öyleyse kadınların butun vücudundan faydalanmak
yasaktır. Çünkü Allah (cc), «...Onun İçin hayız zamanında kadınlarınızla cinsi
münasebetken ayrılın...» buyurmuştur. Kurtubî'ye göre bu görüş, âyetin u-muml
ifadesinden anlaşılıyorsa da, alimlerin görüşü dışındadır. Çünkü sabit
hadisler, bu görüşün aksinedir. [387]
İkinci görüşün (Ebu Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra))
delili:
Hz. Aişe (ra)'den rivayet edilen; «Resulullah
(sav)'la birlikte bir kab'ın suyuyla gusül abdestl alırdık. Ay halim olunca
peştemal bağlamamı emreder ve onun üzerinden benden menfaatlenirdl» [388] hadisi İle Resulullah (sav)'ın Hz. Meymune {ra)'dan rivayet edilen:
«Resulullah (sav), ay hail zamanlarında
hanımlarından peştemal üzerinden menfaatlenirdi [389]»[390]
hadisidir.
Üçüncü görüşün (İmam Şafiî (ra))
delili:
İmam Şafiî (ra), Resulullah (sav)'ın; «Ay halindeki
kadınlarınızdan cinsi münasebetin dışında her bakımdan menfaatlenebifirsiniz»
[391] ve Mesruk (ra)'dan rivayet edilen: «Hz. Aişe (r.anha)'ye, «Ay halindeki kadinin neleri helaldir?» diye
sordum. O'da «Cinsj münasebet dışındaki her türlü eğlenme ve oynama serbesttir»
dedi.[392] hadislerine istinat
ederek ay halindeki kadınlardan, cinsî münasebetin dışında her türlü
menfaatlenmenin helal olduğuna hükmeder.
Diğer bir rivayette Mesruk (ra), Hz. Aişe'nin
(r.anha) yanına gitti ve «Allah (cc)'ın elcisine ve ehl-l beytine selam otsun»
diyerek konuşmak için İzin istedi. Müsade aldıktan sonra «Sizden bazı dini
meseleleri sormak istiyorum. Fakat utanıyorum» deyince, Hz. Aişe (r. anha):
«Ben sizin anne-. niz, siz de benim
evladımsiniz» dedi. Bunun üzerine O, «Ay halindeki kadinin, kocasına neleri
helaldir?» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha), «Cinsi münasebetin dışında bütün
uzuvları kocasına helaldir» dedi. [393]
İncelediğimiz delilleri karşılaştırdığımızda İkinci
görüş, diğerlerine tercih edilir. Ibn-I Çerir et-Toberî de bu görüşü tercih"
etmiştir. İleri sürülen görüşler içersinde doğruya en uygun olan görüş, «Ay
halindeki kadının dizle göbek arası dışındaki bütün vücudu kocasına helaldir»
diyen görüştür. Çünkü dizle göbek arasından faydalanma, haram olan cinsi
münasebete vesile olur. İhtiyatlı olan. tehlikeli mıntıkadan kaçırtmaktır, Za
ten Hz. Aişe {r.anha) de, «Resulullah (sav) peştemal bağlamamı emreder, daha
sonra benden her türlü menfaatlenirdl» hadisini naklettikten sonra, «Sizden kim
Resulullah (sav) gibi nefsine hakim olabilirse. Onun yaptığı gibi yapsın»
.buyurmuştur.
Diğer taraftan bir meselede Resulullah (sav)'tan
tarihleri bizce bilinmeyen, iki hadis rivayet edilmiş olsa ve bunlardan biri o
meselenin helal, diğeri haram olduğunu beyan etse, bizim yapacağımız, o
meselenin haranı olduğunu beyan eden hadisle amel etmektir. Çünkü usul-ü fıkıh
alimlerin görüşü budur. Allah (cc), en İyi bilendir.[394]
Ay halindeki bir kadınla cinsi münasebette
bulunmanın haram olduğuna tüm İslâm alimleri femâ etmişlerdir. Zoten âyetin
zahiri, açıkça bunu göstermektedir.
Alimlerin ihtilaf ettiği konu, ay halindeki
hanımıyla cins) münasebette bulunan erkeğin, nasıl bir kefaret vereceği
hususudur.
Cumhur (Malik (ra), Şafiî (ra) ve Ebu Hanife (ra)'a
göre, ay halinde-iki karısıyla cinsi münasebfts bulunan kimsenin tevbe ve
istiğfar etmesi lazımdır.
İmam Ahmed bin Hanbel {ra)e göre ise, mutlaka bir
veya yarım altın sadaka vermesi gerekir. Çünkü İbn-I Abbas (ra)'tan varit olan
rivayete göre ResuluHoh (sav); «Ay .halindeki hanımıyla cinsi münasebette
bulunan kimsenin, bir veya yarım altın sadaka vermesi lazımdır» buyurdu.
[395]
Bazı hadis ot imleri de, «Bir kimse, karısıyla ay
halinde iken cinsi mui. nasebbette bulunursa bir dinar (attın), kesilmesi
sırasında bulunursa ya-, rım altın vermesi farzdır» derler.
Kurtubî bu hususta: «Bir alim «Hanımı ay halinde
İken cinsi münasebette bulunan bir kimsenin' yalnız tevbe etmesi lazımdır,
herhangi bir kefaret vermesi lazım değildir» derse, delili İbn-i Abbas (ro)'dan
rivayet edilen hadistir. O hadiste ahâdi olduğundan delil olamaz» [396] demektedir.[397]
Fakihler, kadınlarda ay halinin en az ve en çok kaç
gün olacağı hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe
ayrılmışlardır.
1. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri
(ra)'ye göre, ay hail müddeti enaz 3. en çok 10 gündür.
2. İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel
(ra)'e göre ise, hayız hali zamanı en az 1, en çok 15
gündür.
3. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşüne göre
de, adet hali en az ve en çok şeklinde zamanla ölçülmez. Bu hususta muteber
olan. kadının bünyesi ve adetleridir.
Birinci görüşün (Ebu Hanife (ra) v» İmam Sevri (ra)
delili:
Ebu Emâmete (ra)'den varit olan rivayete göre;
«Rasulullan (sav), «Kadında ay halinin müddeti en az 3. en çok 10 gündür»
buyurdu» [398] hadisidir. Cessâs da, «Bu hadis sahih olduğundan, O'na uyulmalıdır»
der.
İkinci görüşün (İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra) delili
Resulullah (sav)'ın kadınlara hitaben buyurduğu:
«Siz ömrünüzün yansında namaz kılmıyorsunuz» [399] hadisidir. Hadisten anlaşılan, kadınlarda ay hali müddetinin en çok 15
gün olacağıdır. Buna İstinaden ay halinin en çok 15 gün olacağına
hükmetmişlerdir.
Ayette ay hali müddetinin en az ve en çok kaç gün
olacağına herhangi bir delâlet yoktur. Yalnız ay hafinin zamanı İçtihatlarla
bilinir. Geniş izahat fıkıh kitaplarında
görülebilir.[400]
A. «...Temizlendikleri vakte kadar kendilerine
yaklaşmayın...» âyeti, bir kişinin, temizleninceye kadar ay halindeki hanımıyla,
cinsi münasebette bulunmasının haram olduğuna delâlet
eder.
Fakihler, âyette «temizlenme» sözünden maksadın ne
okluğu ve müddetinin ne kadar olacağı hususunda İhtilaf
etmişlerdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanjfe (ra)'ye göre,
«temizlenme»den maksat, kamn durmasıdır. Ay hali müddetinin en çok 10 günlük
vaktini tamamlayan ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının cinsi
münasebette bulunması helaldir. Eğer ay halinin en çok müddeti olan 10 gün
tamamlanmadan kan kesilirse, gusül edinceye kadar kadınıyla erkeğin cinsi
münasft-bette bulunması haramdır. Gusül yaptıktan sonra İse
helaldir:
B. İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed
bin Hanbel (ra) göre ise «temizlenmeden» maksat, kadının cünüblükten, gusül
abdesti a-larak kurtul maşıdır, yani gusül abdesti almadan, adet kanı kesilen
kadınla cinsi münasebette bulunması helal değildir.
Tavus ve Mücâhld'e göre de,
«temizlenmemden.anlaşılan, adet kan. kesilen, güzelce teharet alarak namaz
abdesti gfbi abdest alan kadınla kocası clnst münasebette bulunursa helal
olacağıdır,
Fakihler arasındaki İhtilafın sebebi, şüphesiz
Allah (cc)'m; «...Ttmlt-lendKcler! vakte kadar kendilerine yaklaşmayın, fytce
temizlendiler mi o tornan Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin...»
âyetidir. Ayette «temizlenme» n in Arapça karşılığı olan «taharet» kelimesi,
fiil şeklinde birincisi şeddesiz, ikincisi şeddeli olmak üzere ikj yerde tekrar
edilmiştir. Zira taharet kelimesi fiil olarak «tehure» şeklinde gelirse,
İnsanların müdaha-iesi olmadan kanın durması ve temizlenmenin yapılmasına denir.
Eğer şedde ile «Tetehhere» şeklinde fiil olarak gelirse, insanların müdahalesi
ile yapılan temizliğe yani gusletmeye denir;
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ise, temizlik
anlamındaki. tTaharet» kökünden türeyen «tetehhüre» fiilini, şeddesiz olan
«tehure» gibi yorumladığından, iki fiilden kanın durması anlamını çıkararak,
adet kanı kesilen ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının, cinsi
münasebette bulunmasının helal olduğuna hükmetmiştir.
Cumhur'a (Maliki (r.a). Şafii (r.a.) ve AHmed bin
Hanbel (r.a.) göre, "... Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın.
İyice temizlendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin..."
âyetinden maksat, ay halindeki kadınlarla gusledinceye kadar erkeklerin cinsi
münasebette bulunmamasıdır. Gusül yaptıktan sonra, Allah (c.c.)'ın emrettiği
yerden ve şekilden onlara, erkeğin yaklaşması mümkündür. Cumhur da "taharet"
kökünden türeyen. Türkçede "temizlenme"nin karşılığı olan "tehure" kelimesini,
"tetehhere" şeklinde kurralardan Hamza ve Kesâî'nin kıraatına istinaden şeddeli
okumuşlardır. "Tehure" kelimesi, "tetehhere" olarak okunursa, alimler arasındaki
ihtilaf sebebinde de andığımız gibi, şüphesiz insanların fiili müdahelesi İle
yapılan temizlik manasına gelir. Buna dayanarak ay halindeki kadının kanı
kesildikten sonra kocasıyla cinsi münasebette bulunabilmesi, gusletmesi ile
mümkündür.
Şüphesiz tercih edilecek görüş, Cumhur'un
görüşüdür. Çünkü Allah (c.c), "Ay halinden temizlendikten sonra, eşlerinizle
cinsi münasebette bulununuz" hükmünün illetini beyan ederken, "... Her halde
Altah, hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever" buyurmuştur.
Bu âyetin zahiri, görünür şekildeki temizliğin ancak suyla olabileceğine İşaret
eder. Bizim tercih ettiğimiz görüşü, Taberî, Ailame İbn-İ Ârâbî ve Şevkâni de
tercih etmiştir. [401]
Alimler, ay halindeki kadının namaz kılması, oruç
tutması, Beyt'i tavaf etmesi, camiye girmesi, Kur'an'a el sürmesi, tutması veya
okuması ve kocası İle cinsi münasebette bulunmasının haram olduğunda ittifak
etmişlerdir. Geniş izahat fıkıh kitaplarındadır.[402]
1. Kadınlar ay halinden temizlenmeden onlarla
cinsi münasebette bulunmak haramdır.
2. Adet kanı kesilen ve temizlenen kadın,
kocasına her bakımdan helaldir.
3. Kadınların doğru yolunun dışında, arkadan
onlarla cinsi münasebette bulunmak yasaktır. Çünkü orası çocuk doğurma yeri
değildir.
4.Kadından çocuk doğurma yeri olmak şartıyla hertürlö
faydafanma helaldir.
5.Allah (cc)'ın emrine muhalefet etmekten kaçınmak,
yasaklarını kesinlikle yapmak lazımdır.[403]
Ayetlerdeki
Teşrii Hikmetler
Allah (cc), kadını neslin çoğalmasına vesile ofmasr
İçin yaratmış- ve hacc'da İhrama girme, i'tlkâf yapma, oruç tutma ve> ay hafi
dışında kendisiyle cinsi münasebette bulunabilmeyi mubah kılmıştır. Kadının ay
hali İse, rahminde biriken ve döllenmeyen yumurtaları dışarıya attığı ve
görünür birtıastalığa benzediği için onunla cinsi münasebette bulunmak
haramdır. Kadın adet halinde iken kocasıyla cinsi münasebette bulunmaya ve
ondan zevk almaya, durumu müsabit değildir. Çünkü hayız: hafinde kadından gelen
kan, diğer kanlar gibi değildir. Ook kötü kokar ve rengi siyaha yakındır. O
kanı gören salim tabiatli bir insanın İğrenmemesi mümkün değildir. Ay halinde
iken cinsi münasebette bulunmak, kadın; ve erkek için zararlıdır. Nitekim
Kur'an'ın, «O, bir ezadır» İfadesinden daha veciz ve mucizeli bir buyruk
görülemez.
Modern tıp da, ay halindeki kadınla cinsi
münasebette bulunmanın bir cok kadın hastalıklarına vesile olacağını özellikle
münasebet yoluyla kadın rahmine giden erkek menisinin mikroplu kanlara
karışmasıyla rahmin giriş ve çıkış yolunda İltihaplanmanın meydana geleceğini
izah eder. Cinsi münasebetten sonra kadın hamile kalırsa, daha cenin halinde
iken çocuk tehlikeli mikropları kapar. Bunun İçin doktorlar, kadın ay halinde
İken erkeklerin cinsi münasebet hususunda ondan uzak durmalarını1 tavsiye
ederler. Modern tıbbın kısa ve 02 olarak aktardığımız bu görüşü de, İslâmın bu
husustaki teşriî hikmetine açık bir delildir.[404]
224 —
Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize, (fenalıktan) sakınmanıza,
insanların arasını bulmaya engel yapmayın. Allah (her şey)) hakkıyla İşiticf, kemaliyle
bilicidir.
225 —
Allah, sizi yeminlerinizde^ alağv»den dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi
kafblerintetn azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Allah cok
yargılayıcıdır, halimdir (kullarının günahı sebebiyle rızıklarrm da kesici
değildir}.
226 —
Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler İçin dört ay beklemek vardır. Eğer
erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki
Allah, cidden yarg.layıcr, hakkıyla esirgeyicidir.
227 — Eğer
{o suretle yemin edenler ricat etmeyip te kadınları) boşamaya karar verirlerse
(ayrılırlar). Şüphesiz Allah, (onların sözlerini) hakkıyla fsitfci,
(niyetlerini) gerçekten bilicidir.
(Urdoten): Urda ten kelimesi, ayn'ın ötresl' İle,
man olma onlamırjdadır.
(Blllağvi): Lügatta lağv kelimesi, İtibar edilmeyen söz, yani düşünmeden yapılan
konuşma manasınadır.
(Yü'lûne): Yü'lûne kelimesi, yemin manasınadır.
Şeriatta İse, karısıyla cinsi münasebette bulunmamaya yemin etmek
.anlamınadır.
(Terebbusu): Terebbusu kelimesi, bekleme
manasınadır.
(Fâû): Fâû kelimesi, dönme
manasınadır.[405]
Allah {cc), icmölen şöyle buyurur: «Ey mü'minler,
bir hayırlı İş yapmayı terketmek için Allah (cc)'ın ismiyle yemin etmeyi
kendinize delil yapmayınız. Kendisinden hayırlı bir İş istenen kimse «Allah
(cc)'a yemin ettiğim için o işi yapmam» demesin. Yemininizi bozarak hayırlı
İşler yapınız. Bozduğunuz yemin yerine de kefaret veriniz. Allah (oc) İsmiyle
cok yemin yapmayınız. O mübarek ismi, dünya işlerine alet etmeyiniz. Çok yemin
yapmaya kendini alıştıran kimse, hiçbir zaman hayır ve takva sahibi olamaz.
Alışkanlığınızdan, kasıtsız olarak fuzuli yere yapmış olduğunuz yeminlerinizden
dolayı Allah (co) sizi muaheze etmez.
Yalnız Allah (cc)'ın İsmiyle kasıtlı olarak yemin
ederseniz, o size azab verir. Allah (cc) bol mağfiret sahibi ve halim olduğu
İçin kullarına hemen azab vermeyi sevmez.
Kadınlarından uzaklaşmak, terketmek veya zarar
vermek kastıyla on-fara yaklaşmayan erkeklerin, dört ay beklemeleri lazımdır.
Eğer Allah (çc)'-fî emrettiği şekilde kadınlarına tekrar dönerlerse, yemin
ederek ailelerinden uzaklaştıkları zaman içinde yaptıkları günah ve kusurları
Allah affeder. Onlar, ailelerinden uzaklaşmak için yaptıklarında ısrar eder ve
yeminleriniffi üzerinden de 4 ay geçerse, aileleri onlardan boşanmış olur!/
söylediklerinizi, niyet ve işlerinizi işiten: ve bilendir.»[406]
Âyetin, Abdullah bin Revaha (ra) ile kayınpederi
arasında gecen küçük bir ailevi meseleden dolayı nazil olduğu rivayet edilir.
Şöyle ki: «Abdullah bin Revaha (ra). kayınpederinin yanma gitmeyeceğine,
konuşmayacağına Allah (cc)'m ismiyle yemin etti. Bu hususta arkadaşları
tarafından kendisine bir şey söylendiği zaman. «Ben yemin ettim. Yeminimi
bozmam helal değildir» derdi.
Bunun üzerine. «Allah'ı yeminlerinizden dolayı,
iyilik etmenize (fenalıktan) sakınmanıza, insanların orasını bulmaya engel
yapmayın...» âyeti nazil- oldu. [407]
Birinci
incelik: Allah (cc), cok yemin edenleri, «(Doğruya da
eğriye de) alabildiğine yemin edenleri.... tanıma...» (Kalem:
10) âyetiyle zemmetmiştir. Araplar da hiç yemin etmeyen veya az yemin
edenleri methederlerdi.
İmam Fahreddin er-Râzi bu hususta şöyle der: «Allah
(cc) tarafından, çok yemin edenlerin zemmedilmesinin hikmeti şudur: Yemine
kendini afiştiran kimsenin, Allah (cc) ismiyle yemin etme hususunda, kalbinde
bir korku kalmaz. Yalan yere de cok yemin edebilir: İnsanların" Allah (cc)'a
ke-< maliyle tazim yapabilmesi için,
O'nun isminin herşeyden kıymetli, yüce
, olması ve herhangi bir dünya işine
alet edilmemesi gerekir.»[408]
İkinci
incelik: Allah (cc) yemin etmemenin hikmetini,
«...İyilik etmenize ve sakınmanıza... engel yapmayın» âyetiyle açıktamıştir.
«Yemini ter-ketmekte nosıl hayır ve sakınmak vardır?» sorusu sorulabilir. Bu
soruya ^ şöyle cevap verebiliriz : Allah (cc)'ın büyüklük ve yüceliğine inanan
kimse, J: dünya işlerinin İyi gitmesi Icin, O'nun ismini vasıta olarok kullanamaz. Şüphe yok ki Alfah (cc) ismini,
alçak ve fani işlere alet yapmaktan kaçınıp mak, hayrın en büyüğü ve takvanın
zirvesidir.;.
Üçüncü
incelik: İmam Cessâs, »Allah (cc). «lağv» kelimesini
Kur'an'ın muhtelif âyetlerinde onmıştir. Bu keHme, cümlfcctekl yerine göre
çeşitli
anlamlar taşır. Mesela, «Orada boş bir laf işitmez»
(Gaşiye: 11) âyetinde, boş bir laf. «Onlar, orada, (Cennette) ne fahiş (çirkin)
bir laf, ne de günaha sokacak bir şey işitmezler» (Vakıa: 25) âyetinde, fahiş
bir laf, «Bunlar yaramaz lakırdı (lar) İşittikleri zaman ondan yüz
çevirdiler...» (Kasas: 55) âyetinde, yaramaz lakırdı, «...O'nun (Kur'anm)
hakkında manasız yaygaralar (gürültüler) yapın...» (Fussllet: 26) âyetinde,
manasız yaygara, «Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya
rastladıkları vakit...» (Furkan: 72), âyetinde ise, «lağv» kelimesi boş ve kötü
lakırdı, anlamına gelmiştir,» [409] demektedir.
Dördüncü
İncelik: İlâ'mn [410] 4 ay gibi bir zamanla sınırlandırılma-sındakt hikmet, terbiye için
olduğundan bu zamanın geçmemesi lazımdır. Çünkü bir kadının dört ay gibi bir
zamanı erkeksiz geçirmesiyle sabrı tükenir. Daha fazla tahammül edemez. Bundan
dolayt İlâ müddeti, dört ayla tahdit edilmiştir.
Ömer bin Hattab (ra), bir gece Medine sokaklarında
halkın güvenliğini yakından kontrol İçin dolaşırken bir kadının, «Bu gece o
kadar uzadı ki. karanlığı her tarafı kapladı. Yanımda sevgili eşim olmadığından
uyuyamıyorum, Allah (cc)'a yemin ederim ki. O'nun korkusu olmasaydı, üzerinde
uzandığım divan dört tarafından da sallanırdı. Beni durduran yalnız Allah (cc)
korkusu ve utangaçlığımda. Benim bu durumum kocama olan bağlılığım ve
soygundandır,» mısraları söylediğini duydu. Ertesi günü, o kadının kocasının
Irak ordusuna gönderildiğini öğrenince, bir kaç kadın çağırtan Hz. Ömer (ra);
«Bir kadın, kocası olmadan ne kadar sabredebilir?» diye sordu, onlar, «Bir
kadın, kocası olmadan bir veya iki ay sabredebilir. Daha sonra sabrı azalmaya
başlar. Dört ay olunca sabrı kalmaz» dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra),
erkeklerin savaşta kalma müddetlerini dört aya indirdi ve onunla tahdit etti.
[411]
Kurtubİ'ye göre Hz. Ömer'in bu içtihadı, âyetteki
dört aylık müddetin. İâ'ya has bir zaman olduğunu te'yid
eder.
Beşinci incelik : Cahiliyet devrinde ilâ, talak
(boşama) kabul edilirdi. Said bin Müseyyeb (ra) bu hususta: «Cahiliyet devrinde
bir erkek, hanımını istemediği, sevmediği ve başka bir erkekle evlenmesine
gönlü razı olmadığı zaman, yemin eder ve kadını terkederdi. Bu surette kadını ne boşamış olur, ne de
beraber olurdu. Durum askıda kalırdı. Erkeklerin bunu yapmaktaki maksadı,
kadını tedirgin etmekti. Allah (cc), bu zulmü ortadan kaldırmak için. erkeğe 4
ay gibi bir düşünme müddeti tanıdı. O süre içersinde, erkek dilerse karısına
dönebilir, dilerse 4 ay tamamlanınca hanımından ayrılmış olurdu» [412] diyor.[413]
«Allah, sizi yeminlerin izdeki «lağv» den dolayı sorumlu tutmaz..,» âyeti, «lağv»
yemininde günah ve kefaret olmadığına delâlet eder. Faklhler bu yeminin tarif
edilişinde ihtilaf ederek bir kaç görüşe ayrılmışlardır.
(mam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Honbel (ra)'e
göre «iağv» yemini, yemin kastı olmaksızın ağızdan çıkan «vallahi» sözüne
denir. Mesela: Yemin kastı olmaksızın kişinin «vallahi böyledir veya şöyledir»
demesi gibi. Bu te'vil ve tarif, Hz. Aişe (ra), Şâ'bi (ra) ve Ikrime (ra) gibi
selefden kişilerden nakledilir.
İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e
göre ise lağv yemini, bir şeyi zan ederek yapılan yemindir. Mesela: «Ayı
gördüm» zannıyla yemin yapılması gibi. Halbuki kişinin gördüğü ay değil,
bulutların arasından görülen bir yıldızdır. Bu te'vil ve görüş, İbn-I Abbas
(ra), Hasan-ı Basri (ra) ve Mücahid (ra)'den nakledilir.
İmam Malik (ra), Muvatta kitabında şöyle der; «Lağv
yemini hususunda en uygun ve güzel olan görüş, kişinin bir şeyi yakından
biliyormuş gibi yemin etmesidfr. Fakat bir müddet sonrd zannettiği gibi
olmadığını görür. İşte bu yemine, kefaret vacib değildir.» [414]
Buharı, Hz. Aişe (ra)'den: «Allah, sizi
yeminlerinizdeki tağv'den dolayı sorumlu tutmaz...» âyeti, bfr kimsenin
konuşması sırasında «vallahi böyledir» veya «vallahi böyle değildir» demesi
üzerine nazil olmuştur» rivayetini yapmıştır. Yanj konuşma esnasında yemin kastı
olmaksızın yapılan yeminlerdir.
Sohih olan, lağv kelimesinin, yeminin her iki
nevini de kapsadığıdır.
1. Bir kimsenin, bir şeyi yakinen bildiğini
zannederek yemin etmesidir. Mesela: «Bugün ayın biridir» zannederek
konuşmasıdır. Halbuki ayın biri değildir.
2. Kişinin konuşması arasında yemin kastı veya
niyeti olmaksızın «vallahi bu iş böyledir veya böyle değildir»
demesidlr.
İbni.-i Cerir et-Taberî'nln tercihi de budur. Zira
O, «Arap dilinde lağv kelimesi, sevilmeyen her söze ve kasıtsız olarak yapılan
her İşe de denir. Yapdığı bir işe «vallahi ben yopmadım» veya yapmadığı bir işe
de «vallahi ben yaptım» diyen kimseden sadır olan yemin, kasıtsızdır. Yine, «şu
şey vallahi filan adamındır» diyen kimse, o şeyin onun olduğunu biliyor. «Şu
adam, vallahi filankes değildir» diyen kişi, biliyor ki o değildir. «Vallahi işi
yapacağım» diyen şahıs, gerçekten o İşi yapmak içfn değil, bir alışkanlık
oiduğu için yaptığı yemindir. Bu sayılanların hepsi, lağv yemini türleridir.
Hiçbirisi için kefaret lazım gelmez.» [415]
Şeriatta İlâ, kişinin ailesiyle dört aydan fazla
cinsi münasebette bulunmamak için Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. Bir
kimsenin, ailesine «Vcllahi sana yaklaşmayacağım» veya «Seninle cinsi
münasebette bulunmayacağımı) demesi gibi.
İbn-i Abbas (ra) bu hususta şöyle demektedir:
«Cahiliyet devrinde ilâ müddeti. 1-2 sene veyo daha fazlaydı. Ailelerine kızan
cahil kişilerin kastı, eza ve cefa moksadıyia onları terketmekti. Allah (cc)
ise, İlâ edenler için dört aylık bir süreyi, vakit olarak tayin etti. Dört
aydan aşağı ilâ, hükmen İlâ olmaz.» [416]
Fakihlerin İttifak ettiği konu şudur: «Bir kimse,
yeminsiz olarak dört aydan fazla ailesini terkederse, bu ilâ sayılmaz. Çünkü
Allah (cc), «Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için...» buyurmuştur.
Yukarıda anılan kimse ise. yemin etmemiştir. Dolayısıyla onun ailesini
terketrnesi yemin olmadığı gibj. ailesi ondan boşanmamış olur, kefaret vermesj
de gerekmez.»
Fakihler, kadının kocasından ayrılma müddeti
hususunda ise, İhtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra)'a göre, yemin ederek
karısını dört ay terke-den ve müddetin bitiminde de yemininden dönmeyen
kimseden, ailesi bir talak Üe boş olur. İmam-ı Azam (ra) da bu
görüştedir.
İmam Malik (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Hanbeli
(ra)'e göre İse, dört ay müddetin dolmasıyla kadın kocasından boşanmaz. Ancak
hâkim tarafından erkeğe yeminden dönmesi veya karısını boşaması emredilir.
Erkek, hâkimin emrini yerine getirmezse, hâkim kendi yetkisiyle boşanma kararı
verir.
Jmam-ı Azam (ra)'ın delili:
Allah (cc), yeminden dönme zamanını, dört ayla
sınırlandırmıştır. Kişi, dört ay dolduğu halde yemininden dönmezse, talaka
azmetmiş ve onu :arzu etmiştir. iCünkü azm, kalbi birşeyin yapılmasına
bağlamaktır. Mesela: «Ben şu şeye azmettim» diyen kimsenin ifadesinden
anlaşılan, kişinin. «Ben kalbimi onun yapılmasına bağladım» demektir. İşte,
«Eğer (o surette yemin «dertler ricat etmeyip te kadınlarını) boşamaya karar
verirlerse (ay-ırılırlarj....» âyetinden maksat ta budur. Yoksa âyette bilfiil
boşamak an-tamı yoktur.
Cumhur'un (İmam Şafiî İra), İmam Malik (ra), 'İmam
Hanbefi (ra)) delllt: «Eğer boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar)...» âyeti,
talakın ancak koca tarafından bilfiil yerine getirileceğine işaret eder. Dört
aylık müddetin geçmesi kafi değildir. Belki o müddet dolduktan sonra, yemin
yapan kimse, ya karısını boşar veya yemininden döner.[417]
İmam-ı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) we İmam Ahmea"
bin Hanbel (ra)'e göre, bir kimse İlâ yeminini korısınn kızdığı zaman yaptığı
gibi, razı olduğu zamanda yapabilir.
İmam Malik ira)'e göreyse, bir kimse İlâ yeminini
ancak hanımına kızdığı zaman eza ve cefa için yapar.
İmam Malik (ra)'in delili:
Hz. Ali (ra}'den rivayet edilmiştir ki: «Ailesiyle,
çocuğu memeden ke-sinceye kadar cinsi münasebet yapmayacağına bir kimse yemin
etti. Yeminden kast», kadına eza ve cefa değil, çocuğun maslahatı bunu
gerektirdiği içindi. Bunun hükmü nedir?» diye sorulunca Hz. Ali (ra); «Yeminden
kasıt, hayırlı bir iştir, ilâ yemini değildir. İlâ yemini ise ancak kızgınlık
zamanı yapılan yemindir» buyurdu.
Yine İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre
de İlâ yemini, ancak kızgınlık zamanı yapılan yemindir. İmam Malik (ra); Hz.
Ali (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan varit olan rivayetlere dayanarak îlâ yemininin,
ancak kızgınlık anında yapılan yemin olduğuna
hükmetmiştir.
Cumhur'un (İmam-ı Azam, Şafiî ve Hanbetl)
delili:
«Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler...»
âyetinde, umumi bir ifade vardır. Ailesine kızarak ve çocuğun sıhhatini
düşünerek yemin eden kimse, Î!â yemini yapmış sayılır. Çünkü âyetteki ifade, iki
yemini de kapsamaktadır. Şâbi'ye göre, 4 aya kadar cinsi münasebet yapmaya mani
olan yeminlerin hepsi îlâ yeminidir. Taberi, cumhur'un görüşünü tercih ederek
şöyle diyor: «Bana göre doğruya en uygun olan görüş şudur; 4 aylık süre
içersinde cinsi münasebeti yasaklayan yemin, İlâ yeminidir. îlâ yemini yapan
kimsenin, ki2arük veya rızası ile bunu yapması, neticeyi değiştirmez.» [418]
Fakihler, «...Eğer erkekler (o müddet İçinde
kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah ctdden yarlıgayıcı,
hakkıyla esirgeyicidir...* âyetindeki «dönme» den maksadın, ne olduğu hususunda
İhtilâf etmişlerdir.
Bazı fakihlere göre.fey (dönme)'den maksat, cinsi
münasebettir. Yani yeminden sonra şeriatın tayin ettiği süre içersinde
ailesiyle cinsi münasebette bulunursa dönmüş sayılır. Bu tarzda dönüş yapmayıp
dört aylık müddeti dolduran kimseden, ailesi boşanmış sayılır. Bu görüş, Sald
bin Cübeyr (ra) ve Şâ'bî (ra)'nlndir.
Diğer bir kısım fakihlere göre de hastalık,
misafirlik ve mahkumiyet gibi meşru özürleri olmayan adam için, âyetteki «fey»
(dönmek)'den maksat, cinsi münasebette bulunmaktır. Bu özürleri olan kimsenin,
lisanıyla «allefnden uzaklaşma hususunda yapmış olduğum yeminden döndüm» de-,
mesl yeterlidir. Bu da Ehl-İ sünnetin dört mezhebinin
görüşüdür.
Fakihtertn bazısına göreyse, âyette «fey»'den
maksat, kişinin «yaptığım yeminden döndüm» demesinin yeterli olacağıdır.. Bu da
Nehat'nln görüşüdür. Bu görüşler içersinde en adili, şüphesiz mezhep
sahiplerinin görüşüdür.[419]
1. Hayırlı bir işi terketmek İçin yemin etmek,
caiz değildir.
2. Bir işi yapmak için yemin eden kimsenin
bllahere o İşi terketmesl, kendisi için daha hayırlıysa, yeminine kefaret vermek
şartıyla o jşi ter-kedebilir.
3. Kasıtsız veya habersiz olarak yemin eden
kimsenin, ahfrette cezası olmadığı gibi, dünyada da kefareti
yoktur.
4. Ailesine eza ve cefa için edilen yeminler,
Allah (cc)'ın aile İçersinde «tatlı geçininiz» emrine
aykırıdır.
5. Ailesinden uzak durma kastıyla yemin eden
kimse, Allah (cc)'ın tayin ettiği süre içersinde yemininden dönmezse ailesi,
ondan bir talakla boşanmış olur.[420]
İslâm kadınlarla iyi geçinmeyi ve onlara iyilik
yapmayı emretmiştir; Her ne şekilde olursa olsun eza ve cefa yapmayı
yasaklamıştır. Çünkü Allah (cc), «...Onlarla (kadınlarınızla) İyi geçinin. Eğer
kendilerinden hoşlan-madınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de
Allah, onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur» (Nisa: 19) âyetiyle bunu beyan
eder.
Kişinin, İfâ yemini yaparak karısını uzun zaman
yatağından uzaklaştırması, ancak eza ve cefa maksadıyla yapılır. Ancak kadın,
uzaklaşma müddeti içersinde ne kocasından boşanmış, ne de kocasıyla beraber
olabil-mistir. Bu ayrılık, onu vicdan azabı içersinde yaşatır. Kadın-erkek
arasındaki bu olay, âyetteki esaslara aykırı olduğu gibi. islömın terbiye
kurallarına da aykırıdır. Allah (cc) bu durumu bertaraf etmek için, kadınların
kocalarından ayrı yaşayabilme müddetinin en uzunu olan dört aylık zamanı,
erkeğe düşünme zamanı ofarak tanımış ve müsade etmiştir. Erkek, bu vakit
İçersinde yapmış olduğu yemine kefaret vererek, karısının ayrı yaşadığı müddet
İçersinde çekmiş olduğu vicdan azabına son verirse, eskisi gibi ailesi yine
onundur. Ve iyi bir görev yapmıştır. Eğer yeminine kefaret vererek ailesine
dönmezse, hanımı ondan boşanmış sayılır.
İşte bu teşrii hikmet de gösteriyorki İslâm,
kadınların zulme uğramamalarını, onlara iyilik yapılmasını emreder. Ve
sürdürecekleri mesut hayata, kocalarını da ortak eder.[421]
228 —
Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler
(beklesinler). Eğer onlar Allah'a ve ahire! gününe inanı-yortarsa Allah'ın kendi
rahimlerinde yarattığını (söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz.
Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barışmak İster-lerse onları geri almaya
(herkesten) çok layıktırlar. Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki
(hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır. (Yalnız) erkekler onlar üzerinde
(doha üstün) bir dereceye maliktirler. Allah mutlak galiptir, gerçek hüküm ve
hikmet sahibidir.
229 —
Boşanma İki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikte
satmaktır. (Ey zevceler) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrl geri) atmantz size helal
olmaz. Meğer ki erkekte kadın Allah'ın sınırlarını (evlilik haklarını) ayakta
tutamayacaklarından korkmuş (ümfdle-rini kesmiş) olsunlar. Eğer bu surette sizde
onların (zevç ve zevcenin), Allah'ın
sınırlarını hckkıyla muhafaza ve ifâ edemeyeceklerinden korkar-sanız o halde
(kadmm serbest boşanması için) fidye vermesinde (hakkından voz geçmesinde)
ikisi üzerinde de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları (çiğneyip)
geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, İşte onlar zalimlerin ta
kendileridir.
230 — Yine
erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka
nikahlanıp varıncaya kadar ona (o birince zevcesine) hâla) olmaz. Bununla
beraber, eğer bu (yeni) koca da onu bo-şar da onlar (birinci zevç ile aynı
zevce) Allah'ın sınırlarını (tatbik edeceklerini) zannederlerse (İddet
bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönmelerinde (evlenmelerinde) her İkisi
hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, cnlar bir kavm için Allah'ın
açıkladığı
sınırlardır.
231 — Hem kadınları boşodınız da iddetlerini
bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricatle) iyilikle tutun, ya
iyilikle bırakın. (Fakat) onlan, sırf zutmedebilmeniz için zararlarına olarak
tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur. Allah'ın
âyetlerini (muhalefette) oyuncak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki
nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti
düşünün. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
[422]
(Gurûin): Guru' kelimesi, İki zıt manayı taşıyan
sözlerden olup hem hayız, hem tuhur (hayızdan temizlenme) manalarına gelir.
Aslında guru', toplanmaya denir. Hayız denilmesi de. kadının rahminde biriken
kandan ötürüdür.
(Ve
buûletühünne): Boğl kelimesinin çoğulu olan
Buûletühünne, kocalar manasınadır.
(Derecetün): Lügatta derece kelimesi,
yük-
sek yer manasınadır.
(Azizün
hakimün): Her şeye hakim olmak ve her şeyi hikmetle
yapmak manasına gelir.
(Ettalâgu): Tatak, nikah akdini aşma
anlamın-dadır.
(Tasrihun): Bir şeyi sal.vermek. serbest bırakmak
manasınadır.
(Febetağne
ecelehünne):İddet müddetinin dolması ve o müddete yaklaşma
manasınadır.
(Dırâren): Zaror vermeyi kasdetmek manasınadır.
(Tağdilûhünne): Engel olma manasınadır. Kur’an-ı
kerîmin ahkâm tefsiri [423]
Herhangi bir sebepten dolayı kocaları tarafından
boşanan kadınların; rahimlerinin temiz olduğunun bilinmesi ve neseb karışıklığı
olmaması İçin, 3 tuhur (temizlik) müddeti veya üç kez ay hali görecek kadar
beklemesi lazımdır.
Eğer kocası, ailesini üç talakla boşamışsa, iddeti
dolmadan dönerek onu tekrar alması daha uygundur. Dönüşten maksat, kadına zarar
vermek değil, aile hayatını İslah etmektir. Kadınların erkeklere İtaat etmeleri
farz olduğu gibi, erkeklerin de eşlerine karşı güzel muamelede bulunmaları
farzdır. Yalnız erkeklerin, kadınların üzerinde emretme yetkisi gibi, yedirme,
giydirme ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamak gibi şeylerden dolayı fazla bir
hakları vardır.
Allah (cc), iki talakla boşama olduğu takdirde
erkeğin, hanımını tekrar alabileceğini beyan etmiştir. 3 talakla boşama vaki
olursa, erkeğin hammıyla tekrar evlenmek İstemesi halinde, hanımının başka bir
erkekle meşru bir surette evlenmesi, bilahare boşanması ve iddet müddetini de
beklemesi lazımdır. Ki o takdirde evlenebilir. Erkek, hanımını üç talakla
boşamamişsa tekrar hammıyla evlenebilir.
Boşanma hususunda Allah (cc)'m emri, kadının
serbest hareket edebilmesi için erkeğfn ya ailesini tekrar alması veya tamamen
boşamasıdır.
Ey erkekler, evlendiğiniz zaman karınıza ödemiş
olduğunuz mehrî (nikahta kadına verilmek üzere belirlenen para), boşadığınız
takdirde geri almanız helai değildir. Çünkü siz onlardan faydalandınız. Yalnız
kocasıyla geçinemeyen, evliliği sırasında erkekten aldığı mehri kendini boşatmak
İçin geri veren ve kocası da kabul eden kadını, erkeğin boşaması ve mehri
almasında günah yoktur.
Daha sonra Allah (cc), erkeklere, kadınlarına eza
ve cefa etmemelerini, onlarla iyi geçinmelerini, kadınların velilerine de, üç
talakla boşan-mayan ve eski kocasına dönmek İsteyen kadına mani olmamalarını
emretmiştir. Özellikle birleşmeleri, geçimsizliğe değil, hüsnüniyete dönüşecek
gibi olan evliliklere, velilerin kesinlikle mani olmamaları
lazımdır.[424]
A. Cahiliyet devrinde talakta belirli bir sayı
yoktu. İnsan dilediği kadar talak yapabilirdi. Kadının iddet müddeti bitmeye
yaklaştıkça da ricat ede-
rek tekrar kadınlarını alırlardı. Nitekim
Resulullah (sav) devrinde bir kimse, ailesine «Seni ne barındıracağım, ne de
boşayacağım» deyince, kadın «Nasıl olur?» diye sordu. Kocası, «Seni
boşayacağım, iddet müddetinin dolması yaklaştıkça da tekrar ricat edip
talakımdan döneceğim» dedi. Kadının Resulullah (sav)'a şikayeti üzerine Allah
(cc}: «Boşanma iki defadır. {Ondan sonra ya İyilikle tutmak, ya güzellikte
salmaktır...» âyetini inzal buyurdu. Bu âyetle, talak'ın sayısı belli oldu.
[425]
B. İbn-i Cerîr et-Taberi'nin, İbn-i Abbas
(ra)'tan; «CahİHyet devrinde bir kimse karısını boşar, iddeti dolmazdan ricat
eder (talakını geri alır) sonra yine boşardı. Bu cok sayıdaki boşama ve
ricatların sebebi, kadınlara eza ve cefaydı. Ve başkalarıyla evlenmelerine mani olmakdı. Bunun üzerine Allah (cc), «Hem kadınları
boşodınız da fddetterint bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricat (e)
iyilikle tutun, ya İyHİkle bırakın...! âyetini inzal buyurdu. Ki o bozuk
aile.sistemini düzeltti» [426] rivayetidir.
C. Buhari ve Tirmizi'nin Ma'kal bin Yesar
(ra)'dan rivayetidir: «Ben (Ma'kal bin
Yesar (ra)), Resulullah (sav) zamanında kız kardeşimi bir müs-lümanla
evlendirdim. Bir müddet sonra kocası, kardeşimi bir talakla boşadı. İddet
müddeti içersinde ricat etmedi. İddet müddeti dolduktan sonra kocası ve
kızkardeşim karşılıklı olarak evlenmek istediler. Kız kardeşimin kocasının
tekrar evlenmek isteğini «Ey yaramaz adam, daha önce ikramda bulunarak
kızkardeşimle seni evlendirdim. Fakat onu boşadın. Allah'a yemin ederim ki. kız
kardeşimi ebediyyen sına vermeyeceğim» diyerek reddettim. O ise. «Allah (cc)
biliyor ki, benim o^a, onun bana İhtiyacı var» dedi. Bunun üzerine, Allah (cc):
«Kadınları boşadınız tfa kfdetlerinl bitirdiler mi, aralarında meşru blV
surette anlaştıkları takdirde, artık kendl-lerbtl kocalarına nikah etmelerine
engel olmayın...» âyetini İnzal buyurdu.
Bu emri ilafti karşısında, «Allah (cc)'ın emrine
elbette itaat edip boyun eğeceğim» diyerek o adamı çağırdım ve kızkordeşîmle
tekrar evlendirdim.» [427]
Birinci
incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
yazılmamıştır.
İkinci
incelik: Allah (cc)'ın «Boşanmış kadınlar, kendi
kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler...» âyetinde, «kendi
kendilerine» ifadesini kullanırken, «Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler
için, 4 ay beklemek vardır» âyetinde ise, «bekleme» kelimesini, «kendi
kendilerine» ifadesiyle kayıtlamomasındakl hikmet nedir? Bu soruya şöyle cevap
verilebilir :
Âyette, türkce karşılığı, «kendi kendilerine» olan
«Enfüs» kelimesinin anılması, kadınların nefsani istek ve arzularına karşı,
kendi kendilerine sabrederek, beklemelerini teşvik içindir. Çünkü kadınlarda
yaratılış İtibariyle erkek arzusu çoktur. Bu arzularını kendi kendilerine,
nefislerini terbiye için, Allah (cc); emrine uymak üzere irade buyurmuştur,
(kinci âyet de erkeklere hltâp olunduğundan, böyle bir kayıtlamaya lüzum
yoktur. Zira birden fazla kadınla evlenme müsadesj olduğundan erkekte, kadın
arzusu azdır. Bundan ötürü ikinci âyette, «kendi kendilerine» ifadesi
kullanılmamıştır.
Üçüncü
İncelik:Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
tercüme
edilmiştir.
Dördüncü
İncelik: Fahreddin er-Rözî: «...Kocaları bu bekleme
müddeti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok
layıktırlar...» âyetindeki derin ve ince hikmet şudur: Erkek ailesiyle beraber
olduğu zaman, ayrılığın ne olduğunu bilmez. Ancak ayrıldıktan sonra onun zorluk
ve elemini anlayabilir. İşte bundan ötürü Allah (cc), talaktan dönme hakkını
erkeklere vermiştir. Allah (cc), talaktan dönmeye müsade etmeseydi, insanlar
için özellikle aile hayatı için çok zorluk ve ağır durumlar ortaya
çıkardı.
Karı-koca arasındaki sevginin, çoğu kez ayrılmadan
sonra gerçekten varolduğu görülür. Bir talak ile tam bir tecrübe elde
edilemezdi. Bunun Icin Allah (cc), bir veya İki talakla ayrılan kişiye, talaktan
dönme hakkını tanımıştır. Bu tedrici dönme hakkı, Allah (cc)'ın kullarını ne
kadar çok sevdiğini ve merhametli olduğunu gösterir.
Beşinci
İncelik: «...Erkeklerin meşru suretle kadınlar
üzerindeki (hakları) gibi kadınların do onlar üzerinde (hakları) vardır...*
âyetindeki inceliklerin çoğu, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
alınmamamiştır. Yalnız şu kadarını alıyoruz: Resulullah (sav) Veda Hacet
Hutbesinde: «Haberiniz olsun, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu
kadar, onlarında sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin, onlar üzerindeki
haklarınız, on-
lorın yabancı erkekler karşısına güzel elbise
giyerek çıkmamaları, konuşmamaları, kendilerini göstermemeleri, kocalarından
İzin almaksızın herhangi bir yere gezmeye gitmemeleri ve kocaları evde
bulunmadığı zamanlar yabancı bir erkeği eve olmamalarıdır. Kadınların, erkekler
üzerindeki hakkı İse, onlara yeme, içme, giydirme ve oturma hususunda bir
noksanlığın yapılmamasıdır» buyurdu. [428]
İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
«Hanımım, bana karşı bezendiği gibi, ben de hanımıma karşı iyi giyinme ve güzel
görünme arzusundayım. Çünkü Allah (cc): «...Erkeklerin meşru surette kadınlar
üzerinde (haklan) olduğu gibi kadınlarında onlar üzerinde (haklan) vardır...
buyurmuştur.» [429]
Altıncı
incelik : «(Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha
üstün) bir dereceye maliktirler...» âyetinde, «derecenden maksat, şeref
bakımından erkekler kadınlardan üstün değil, mükellefiyet bakımından onlardan
üstünlüktür. Çünkü kadının yemesi, içmesi, giyinmesi ve barınmasını temin,
kocaya aittir. Yoksa koca. şeref bakımından üstün değildir. «...Şüphesiz M
sizin nezdinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır...» {Hucurat: 13)
buyuran Allah (cc), şerefte üstünlük ölçüsü olarak takvayı ve ibâdeti
bildirmektedir, öyle kadınlar vardır ki, Allah (cc) katında sayısız erkekten
daha faziletlidir.
Yedinci
incelik: İbn-i Aobas (ra)'dan varit olan rivayete göre,
İslâm'da İlk «hül'ü»[430], Sabit bin Kays (ra)'ın zevcesi yapmıştır. O'nun hanımı Resulullah
(sav)'a gelerek, «Ya Rasulullah (sav), kocamla bir arada hayat sürmem mümkün
değildir. Allah (cc)'a yemin ederim ki, O'nun ahlak ve dininden dolayı değil,
yalnız İslâmdan sonra tekrar küfre dönmek ve kafir otmak istemiyorum. Evimin
bahçesinden, kocamın uzaktan birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Onların içinde
rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü hepsinden çirkin olarak kocamı
gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays.
«Ya Rasüluilah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim.
Eğer beni İstemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ayrılayım,» dedi.
Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine karşılık ne dediğini
sorunca, tEvet, boşadığı takdirde bahçesini, dilerse daha fazlasını da veririm»
dedi. Peygamber Efendimiz (sav) de bahçeyi kocasına verdirdi ve ikisini
birbirinden ayırdı. [431]
Ayetlerdeki Şer’i Hükümler
Birinci hüküm: Boşcnan, boşanmış hamile ve ay hail
görmeyen kadınların İdde" t müddetleri ne kadardır?
Allah (cc), boşanan bir kadının iddet müddeti
beklemesini, «Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme
müddeti beklerler (beklesinler)...âyetiyle emretmiştir. Ayette «boşanmış
kadın»dan maksat, baliğ, hamile olmayan, adetten kesilmeyen ve kocasıyla cinsi
münasebette bulunabilen kadındır. Nikahlı olduğu halde, karı-koca arasında
cinsi münasebet yoksa, kocası tarafından boşanan kadının, iddet müddeti yoktur.
Çünkü Allah (cc). «Ey imân edenler mümfn kadınları nikahlayıp ta sonra
kendilerine dokunmadan, onları boşadığımz zaman, sizin fpln Ö-zerterlne
sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.
Kocası tarafından boşanan hamile kadının İddet
müddeti, doğuma kadardır. Zira Cenabı Hak, «...Yüklü kadınların Iddetlerl fse,
yüklerini va'z etmeleriyle biter...» (Talâk: 4)
buyurmaktadır.
Hic ay hail görmeyen kadın İle yaşlılıktan dolayı
adetten kesilen kadının İddet müddeti ise, üc aydır. Çünkü Allah (cc),
«Kadmlannız (cinden artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş
bulunanların (Id-detlerlnde) eğer şüphe ederseniz, onların fddetl Üç aydır»
(Talâk: 4) buyurmuştur.
Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılıyor ki,
(mevzu edindiğimiz) âyette, bir tahsis vardır. Yani bu iddet, henüz ay hail
görmeyen, yaşlılıktan dolayı adetten kesilen ve hamile olmayan kadınlara değil,
evlenip kocasıyla cinsj münasebette bulunduktan sonra boşanan kadınlara
mahsusturtur.[432]
Lafzı tahlillerde, «guru» kelimesinin, hem ay hail,
hem de ay halinden temizlenme gibi iki zıt anlam taşıdığını açıklamıştık.
Fakihler, tguru» kelf-meşinin iki zıt anlamından, ay hali mi. yoksa ay halinden
temizlenme mı olduğu hususunda ihtilaf ederek iki görüşe
ayrılmışlardır.
İmam Şafii (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, âyetteki
«yuru» kelimesinden maksat, ay halinden temizlenme olan tuhurdur. Bu görüş
İbn-İ Ömer (ro). Aişe (ra). Zeyd bin Sabit (ra)'in görüşüdür ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra)'den nakledilen iki görüşten biridir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra)'in diğer bir görüşüne göreyse, «guru» dan maksat, ay halini
görmektir. Bu görüş Ömer (ra), İbn-i Mesud (ra). Ebu Musa el-Eş'arî (ra) ve Ebu
Derdâ (ra)'dan rivayet edilmiştir.
İmam Malik (ro) ve İmam Şafii (ra)'nln
delilleri
Mezheplerinin tercihi için getirdikleri bir cok
delilden en veciz olanlarını aşağıya alıyoruz.
1. «Selâsetün» kelimesinin sonunda, ta harfinin tesbit edilmesidir. Çünkü Arap dili ve
edebiyatında 3'den 10'a kadar sayılacak olan şeyler, erkek nevinden olursa,
sayarken sayıların sonuna «ta» harfi eklenir. Eğer dişi ise eklenmez. Bundan da
anlaşılıyor ki, «guru» kelimesinden maksat, tuhur kelimesidir. Tuhur da, Arap
dilinde erkek tabir edilen kelimelerdendir. «Guru»don maksat, ay hali
kastedilseydi, âyetteki, «selâsetün» kelimesinin, «Selâsün» elması lazım
gelirdi. Çünkü Türkcedeki ay hali sözünün. Arap dilindeki karşılığı, dişi bir
kelime olan hayızdtr. Bundan da anlaşılıyor ki, âyetteki guru'dan maksat, ay
hali değil, 2 ay hali arasındaki temizliktir.
2. Hz. Aişe (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir:
««Guru'dan maksadın ne olduğunu biliyormusunuz?.» «Guru'dan
maksat, temizliktim
buyurdu.»
İmam Şafii (ra)'ye göre, kadınlar ay hali ve ondan
temizlenmeyi daha iyi bilirler. Çünkü iki hali de onlar yaşamaktadır, öyleyse bu
hususta, Hz. Aişe'nin sözü ve görüşü, herkesin görüşünden daha doğrudur.
[433]
3. «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit,
İddetlerine doğru boşayımz...» (Talâk;
1) âyetidir. Ki onlar, âyeti,
«Kadınlarınızı boşamak istediğiniz zaman, iddet vaktinde boşayımz,» şeklinde
te'vil ederler. Ay halinde olan kadını boşamak, mahzurludur. Halbuki
âyet, boşama zamanının ancak temizlik zamanında olacağına delâlet eder.
Âyetteki, «guru» dan maksat. Tuhur (temizlik) dur.
İmamı Azam (ra) ve Ahmed bin Hanbel (ra)'ln
delilleri:
Mezheplerinin tercih ettiği görüşün isbotı için şu
delilleri anarlar:
1. İddet'ten maksat, kadın rahminin boş olduğunun
bilinmesidir. Bunun bilinmesine temizliği değil, ancak ay hali görmesi delâlet
eder.
İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Guru'dan maksadın,
temizlik olduğunu söylüyordum. Şimdi ise o görüşümden dönerek, guru'dan
maksadın, ay hali olduğunu söylüyorum» [434] der.
2. Resulullah (sav)'ın, Fatma binti Ebl
Hübeyşe'ye, «Sen namazlarını guru günlerinde bırak» buyurdu, hadisidir. Hadisten anlaşılan,
guru'dan maksadın, ay hali olduğudur. Çünkü ay halindeki kadının namaz kılması,
haramdır. [435]
3. «Resulullah
(sav)'ın: «Hamile kadın çocuğunu doğuruncaya, hamile olmayan
kadın da adet görünceye kadar, onlarla cinsi münasebette bulunulmaz» buyurdu»
[436] hadisidir. Resutullah (sav), kadın rahm.1 temizliğinin, ancak hayızla
olacağını buyurmuştur. Alimler, alınan bir cariye rahminin temiz
olmasının ancak ay hali ile olabileceğine Icma etmişlerdir. Uygun olan, iddetin
dolması için, kadının üç defa ay hali görmesidir. Çünkü alınan cariye ve
boşanan kadın için ortak amaç, rahimlerin temizliği yani çocuk olmadığının
bilinmesidir.
4. Allah (cc), «eşhür» kelimesini, İddet bahsinde
hayız yerine anmış-tır. İddet müddetinin temizlik değil, ay hali olduğuna,
«Kadınlarınız içinden artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmemiş
bulunanların (Iddetlerinde), eğer şüphe ederseniz, onların İddeti 3 aydır.»
(Talâk: 4) âyeti delalet eder. Bu delil, Hanefilerin en kuvvetli
delillerindendir.
5. İddeti ay hali olarak kabul ettiğimizde, onun
üç guru (hayız) ve üc kere tam temizlik olacağı anlaşılır. Çünkü boşanan bir
kadının iddeti, ancak 3. kez ay hali olup temizlendikten sonra sona erer. Eğer
iddeti üc kere temizlik ile itibar
etsek, örneğin, erkek karısını temizliğin bitimine yakın boşarsa üc tuhur'un
ikisi tamam, üçüncüsü az olur. Tuttuğumuz yol, delil olarak diğerlerinden daha
kuvvetli olur. [437]
İkincj görüş (İmam-ı Azam ve İmam Ahmed-bin Hanbel)
daha tercih edilir. Çünkü sahih hadisler, ikinci görüşü teyid etmektedir.
İddetten maksat, kadın rahminin çocuktan temiz olduğunun bilinmesidir. Bu İse
temizlikle değil, hayızfa bilinir.
İbn-i Kayyım da, «Zadü'l Meâd» isimli eserinde,
ikinci görüşü tercih etmiştir. Zira O; «Guru kelimesi. Kur'anda tuhur yerine
değil, hayız yerine kullanılmıştır. Şârî'nin kitabında bilinene göre âyeti
yorumlamak lazımdır. Çünkü Rasulullah (sov}, müstehâze (devamlı ay hali) olan
bir kadına, «Sağlıklı olduğunuz zamandaki ay hail günleriniz ile müstehâze
zamanındaki günlerinizi karşılaştırınız. Sağlıklı zamanınızda ayda kaç gün ay
hali görüyorsanız, müstehâze günlerinde de o günler sayısınca namazınızı
ter-kediniz» buyurdu. Resulullah (sav)'ın buyrukları, Allah (cc) kelamının
tercümeleridir. İki ayrı anlam taşıyan kelime. Kur'an ve hadiste görüldüğü
zaman, Kur'an'ın diğer âyetlerine bakılarak hangi anlamda kullanılmışsa o iki
ayrı anlamı ifade eden müşterek kelimeyi de, o anlamda te'vil etme* gerekir. O
kelime, diğer edebiyatçıların lisanında başka anlamda da kullanılsa, yine
Kur'an'a bakmak lazımdır. Şârî, guru kelimesini hangi anlamda kullanmışsa -o
hayızdır- ona uyulur. Açıklamalarımıza âyetin akışın-dakl anlamlarda işaret
eder. Çünkü Allah (cc), «...Allah'ın kendi rahimlerinde yarttığım
(söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz...» buyurmuştur. Bu da ancak ay
hali ile olur. Bütün müfessirtere göre guru'dan maksat, ay halidir. Allah (cc):
«Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olanların...... İddeti üç aydır» (Talâk:
4) âyetinde, her ayı. bir ay hali karşılığı
olarak va'z etmiş, hüküm olan iddeti de. temizliğe
değil, hayız görmeye bağlamıştır. Yine Allah (cc): «Ey peygamber, kadınları
boşayacağınız vakit, fd-detterine doğru boşayın...» (Talâk: 1) âyetinde de
özetle, «Kadınları id-detlerinde değil, iddetleri başlamadan önce boşayınız»
buyurmuştur. Çünkü talak temiz İken yapıldığından ondan sonra gelecek olan
ancak ay halidir. Bir temizliği, diğer bir temizlik karşılamaz. Ancak
temizlikten sonrj onu karşılayacak olan, hayız halidir,»[438] der.[439]
Müfessirler, bu âyetin tefsiri hususunda ihtilaf
ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.
Bazı alimlere göre. âyette, «Allah'ın kendi
rahimlerinde yarattığı» cümlesinden maksat, hamileliktir. Bu da Ömer (ra),
Ibn-I Abbas (ra) ve Müca-hid (ro}'in görüşüdür.
Diğer bir kısım alimlere göre ise, âyetteki bu
cümleden murat, ay halidir. Bu da İkrime (ra), Nehâî (ra) ve "Züherî (ro)'nin
görüşüdür.
Diğer bazı islâm alimlerine göre de, âyetteki bu
cümleden amaç, hamilelik ve ay halidir. Bu da tbn-i Ömer (ra)'in görüşüdür,
ibn-j Arabi de bu görüşü tercih etmiştir. Nitekim İbnü'l-Ârabî şöyle demektedir:
«Sahih olan. üçüncü görüş (hamilelik ve hayız halij'tür. Allah, rahimlerini
kadınlara emanet etmiştir. Onların rahimleri hususunda söyleyecekleri sözleri
doğrudur. Kadın haber vermezse, rahminde ne olduğunu kimse bilemez. Ümmet
arasında yalancılıkları sabit olmadıkça, kadınların rahimleri hakkında
söyleyecekleri sözlerin geçerliliğinde alimler ittifak etmişlerdir.» [440]
Allah (cc), kadınların rahimlerinde olanı
gizlemelerini kesinlikle haram kılmıştır. Çünkü bir veya iki talakla ailesinden
ayrılan erkeğin, tekrar hanımını alabilmesi ve neseb temizliği, kadın rahmi İle
İlgilidir.
Çoğu kez hamile bir kadın. İddetinin bittiğini
İddia ederek ikinci bir erkekle evlendiği takdirde, nesebler karışır. Ve erkek,
kadının, trfddetim dolmuştur» iddiasıyla da, ricat hakkından mahrum kalır.
Bundan dolayı Allah (cc}, kadınların rahimlerinde olanı gizlemelerini haram
kılmıştır.[441]
Âyet, hem Talak-t rici ve hem de Talak-t bâin'le
ayrılan kadınlar için umumi bir emirdir. Ancak, «...Kocaları bu bekleme müddeti
İçinde barışmak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...)»
âyeti, Talak-1 bâin ile değil. Talak-t ricî ile ayrılan kadınlara aittir. Çünkü
onlar tamamen boşandıklarından, kendilerine maliktirler. Artık kocalarının onlar
üzerinde hiçbir hakkı yoktur.
İbn-i Kesir bu hususta; «Bu âyet, yalnız bir veya
iki talakla boşanan kadınlar hakkındadır. Çünkü âyetin nazil olduğu sırada üç
talakla ayrılma yokhj. Bir kimse, karısını yüz defa da boşasa yine geri
alabilirdi. Allah (cc) üç talakta ayrılmayı emrettikten sonra, Talak-ı rici ve
Talak-ı bâin ortaya çıktı» [442] der.[443]
Allah (cc), Tolok-r rici İle erkeğin, yeniden nikah
tazelemeden, mehir vermeden ve rızasını almadan, iddetini doldurmadan önce
ailesini almasını mubah kılmıştır. Erkek, hanımının iddet müddeti içersinde
ricat etmezse, ailesi bir veya iki talakla ondan ayrılmış olur. Yeniden alması
için, nikah tazelemesi, mehir vermesi ve kadının rızasını alması lazımdır. Zira
Sâri, erkeklere ricat hakkını «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İsterlerse
onları geri elmaya (herkesten) çok layıktırlar...» âyetiyle, iddet müddeti
içinde tanımıştır. Erkek dönme hakkını, iddet müddeti içinde kullanırsa,
kadının rızasını alma, velisine haber verme ve şahit getirmeye lüzum yoktur.
Yalnız kadının, erkeğin ricatını inkar edebilme İhtimaline karşı dönüşün iki
şahit huzurunda yapılması sünnettir. Ricat, söz ile, yani «Karımı, tekrar
nikahıma aldım» demek suretiyle sahih olduğu gibi, fiiliyatla (İmam-t Azam (ra}
ve İmam Molik (ra)'e göre öpme, sarılma, cinsi münasebette bulunma ile) da olur.
imam Şafii (ra)'ye göre de ricat, ancak sarih bir ifade ile olur. Mesela:
«Ailemi, tekrar nikahıma aldım» demek gibi. Bu sözü söylemeden yalnız cinsi
münasebet ve diğer fiillerle ricat olmaz. Çünkü talak, nikahı tamamen ortadan
kaldırır. Bu da ancak acık bir ifade ile mümkündür.
Şevkâni, bununla ilgili olarak şöyle der: «Açık ve
doğru oİGn, İmam-t Azam (ra) ile İmam Malik (raj'tn görüşüdür. Çünkü iddet,
erkeğin bir tercih dönemi yani boşayacağı veya geri alacağı bir zaman
süresidir. Tercih ise söz veya fiille olabilir. Nitekim Allah (cc)'ın,
«...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İsterlerse onları geri almaya
(herkesten) çok layıktırlar» âyeti ile «Bir sahablnin karısını talak-ı ricî ile
boşadığını duyan Re-sutullah (sav), sahabilere; «O'na karısını geri almasını
söyleyiniz» buyurdu», hadisinde, ricat'ın fiilen yapılabildiği görülüyor.
Andığımız âyet ve hadiste, ricatın yalnız söz veya fiiliyatla yapılacağına dair
bir ifade yoktur. «Ricat, yalnız söz ile yapılır» diyen kimsenin, iddiasını
isbat İçin âyet ve hadisten actk bir delil getirmesi lazımdır.» [444]
«Talak, iki defadır...» âyeti, boşanmanın ayn ayrı
talaklar ile yapılmasının uygun olacağına delalet eder.
Alimler üç talakı ifade eden bir cümle ile üç
talakın mı yoksa bir talakın mı meydana geleceği hususunda ihtilaf
etmişlerdir.
Sahabelerin cumhuru, Tabiinler ve Ehl-i sünnetin
dört mezhep müc-tehidleri, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın da
meydana geleceğine hükmetmişlerdir. Yalnız bazıları, üç talakı ifade eden bir
cümle de, âyetten anladıklarına binaen, üç talakla ayrılmanın haram, bir kısmt
da, mekruh olduğunu söylerler.
Bazı Zahiri mezhebi {ehl-i sünnet dtşı) alimlerine
göre, üç talakı ifade 'eden bir cümle, üç talakı ifade etse dahi, bir talak
meydana gelir. Bu da Tavus, İbn-i Teymiye ve Imamiyye mezhebinin görüşüdür.
Bunlann görüşlerine itibar edilemez.
Sahabilerin Cumhuru, Tabiinler, Ehl-İ sünnetin dört
mezhep alimleri'nin delilleri:
Aşağıda nakledeceğimiz delillerle, üç talakı ifade
eden bir cümle ile üç talakın meydana geleceğine
hükmetmişlerdir.
1. Allah (cc), talaka bir sınır koymuştur. O'nun
birer birer yapılması hususunda insanları uyaran Cenab-ı Hak, bir veya iki
talakla karılarından ayrılan erkeklerin, pişman oldukiarı takdirde tekrar
aileleriyle birleşebilmeleri için, ricatı bir hak olarak tanımıştır. Bu, hakkın
zayi edilmemesi için, bir ruhsattır. Bir kimse, bu ruhsatı aşarak üç talakı
kapsayan bir cümle ile karısından aynlırsa, üç talak da meydana gelmiş olur. Bir
ve iki talakta, erkeğin ailesini tekrar yanına alma ruhsatı varken, üçüncü kez talakı telaffuz
edince ailesi ondan tamamen boş olur. (ayrılmış sayılır)
Birinci ve ikinci talakta erkek, ailesiyle tekrar
birleşme veya tamamen y ayrılma yollarından birinci tercih edebilir. Çünkü
İslâm, erkek icfn en faziletli ve duruma en uygun olan, ayrılma olduğu
takdirde, bir veya İki talakla boşanma hususunda Irşadatta bulunmuştur. Eğer
erkek haddi aşıp, K üç talakla ailesinden aynlırsa. pişman olduğu takdirde
ailesine tekrar dönemez ve başka zorluklarla da karşılaşabilir. Üç talakla
karısından boşanan, dünyada da cezasını çeker.
2. «Bir kimse, karısından üç talakla ayrıldığını
antattnca İbn-i Abbas (ra), sükut etti. Mücahid (ra), «İbn-l Abbas (raj'ın bu
sükutundan, fetva için gelen şahsa, karısından ayrılmak için yaptığı üç talak
yeminini, bir talak sayarak onu ricat ettirip ailesine döndüreceğini
zannediyordum. Fakat İbn-l Abbas (ra), başını kaldırarak, «Siz, ahmakçasına
ailenizi üç talakla ayırdıktan sonra gelerek «İbn-i Abbas, İbn-i Abbas, bana
çare bulunuz diyorsunuz. Bİlmiyormusunuz ki Allah (ccj, «...Kim Allah'tan
korkarsa (Allah) ona bir (kurtulup) çıkış yeri ihsan eder» (Talâk: 2)
buyurmuştur. Sen, Allah (cc)'ton korkmadın. Ben de, sana bir çıkış yofu
bulamadım. Üç talakla ailenden ayrılmakla Allah (cc)'o isyan ettiniz. Karınız da
sizden tamamen boş oldu,» dedi.» [445] diye rivayet edilir.
3. Sahabiterin icmaı'dır. Şöyle ki; üç talaktan
meydana gelen bir cümle söyleyerek karısından aynlan bir kimsenin durumunu
dinleyen Hz. ö-mer (ra). «Üç talak meydana geldiği İçin aileniz, sizden ayrılmış
olur», hükmünü vermiştir. Bütün sahabilerin, Hz. Ömer (ra)'in bu görüş ve
fetvasını kabul etmeleri, bu meselenin torna olduğuna delalet
eder.
Buharı Sahihinde, «Boşamak iki defadır. (Ondan
sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle solmaktır...» âyetinin tefsiri
hususunda, üç talak'ın bir cümlede meydana geleceğine dair bir bab ayırmıştır.
Bu da işaret ediyor ki. talakın bir veya iki defa yapılmasında geniş bir ruhsat
vardır. Bir kimse, bu geniş ruhsattan yararlanmayarak, üç talaktan meydana gelen
bir cümle ile ailesini ayırırsa, hanımından tamamen boşanmış olur. [446]
Zahirî mezhebinin bazı alimleri. Tavus, İmamiyye
mezhebi ve İbn-l Teymfye'nln delilleri:
Üç talakı kapsayan bir cümle ile üc talak değil,
yalnız bir talak meydana geleceği görüşünde olanlar, İmam Ahmed bin Hanbel (ra)
ile Müslim (ra)'ln. Tavus'tan, O'nun da İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet ettiği
hadis ile görüşlerini isbat ederler. Resulullah (savj'ın devrinde, Hz. Ebubekir
(ra) ve Hz. Ömer {ra) hilafetinin birinci ve ikinci senelerinde, üç talak bir
cümlede ifade edilse de. bir talak sayılırdı.
Hz. Ömer (ra); «Halka bir ve iki talakla ailelerine
dönme hususunda mühlet varken onlar, acele ettiler. Biz de onların acele
etmelerini kabul ettik, yani üç talakı kapsayan bir cümle İle ailelerinden
ayrıldıkları takdirde aynen üç talakı kabul ettik», [447] der. Şüphesiz Allah (cc), «Talak, İki defadır» âyetiyle onu ikiye
ayırmıştır. Erkek karısından bir talakta ayrılacak, daha sonra İkinci bir
talakla da isterse ayrılabilecektir. Böylesine İkiye ayrılan bir şeyin erkeğin
bir defa da bir cümle ile yapması düşünülemez. Uân'da olduğu gibi birbirinden
ayırması lazımdır.
Liân'da, «Allah (cc) ismiyle dört defa şehadet
ederim ki, doğrulardanım» cümlesinde bir şehadet sayıldığı gibi, «Ailemden üc
talakla ayrılıyorum» cümlesinde de bir talak sayılır. Yine, «Zina yaptığımı
dört defa İtiraf ederim» cümlesinde, bir defa İtiraf kabul edilir. Nitekim
Rasulullah (sav), «Namazlardan scnra herkes otuzüç defa teşbih, hamd ve tekdir
getirsin», tavsiyesinde bulunmuştur. Bfr kimse otuzüç defa tek tek Süb-hanallah
değil de «Otuzüç kere Sübhanallah» derse, bir defa sübhanaHah sayılır. Ne zaman
birdan otuzüçe kadar bir kimsenin sayarak sübhanaHah demesi, otuzüç sübhonallah
sayılırsa, üç defa aralıklı olarak «seni boşadım» demesi de üç defa demiş
sayılır. Eğer böyle olmazsa «üç defa seni boşadım», demesiyle üç defa boşama
değil, bir boşama meydana gelir.
İbn-i Kayyım. «İtâmü ei-Mûkin» isimli eserinde, bu
meseleden geniş izahat vererek hocası ibn-l Teymiye'ntn görüşünü de
kuvvetlendirmiştir.
Zahiri mezhebinin bazı alimleri, imamiyye mezhebi,
Tavus ve Ibn-l Teymiye'nin delilleri, Cumhur'un görüşleri gibi, kuvvetli ve
doğru değildir. Sahabiterin icmâı, zaten detil olarak kafidir. Başka delil
aramaya gerek yoktur. Çünkü onlar, Rasulullah (sav)'la beraber yaşadıklarından,
Kur'an-ve hadis hükümlerini herkesten daha iyi biliyorlardı. Sahabiler ile ehl-i
sünnetin, dört mezheb fakihlerlnln icmaına muhalefet etmek, küçük bir şey
değildir.
Allâme kurtubî'nin «El-Camiü li Ahkâmü'l Kur'an»
isimli eserinde yazdıklarını nakletmeyi uygun görüyorum. Günkü O; «Fetva
alimleri, üç talakı kapsayan bir cümle ile, üç talakın meydana geleceği
hususunda İttifak etmişlerdir. Bu da selefin cumhur'unun görüşüdür. Tavus ile
Zahiri mezhebinin bazı alimleri, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir
cümle ile ayrılmaya kalksa, bu üç talakla ayrılma değil, bir talakla ayrılma
olur» dediklerinden, cu'mhur-u ulemadan ayrılırlar. Hatta Zahiri mezhebinin en
büyük müctehidi ve sahibi Davud-u Zahiri dahi, «Bir kimse, karısından üç talakı
kapsayan bir cümle İle aynlırsa, bu bir talak değil, üc talaktır,»
der.
Selefin cumhur'u ve ehl-i sünnetin dört mezheb
imamları, üç talakı ifade eden bir cümle ile, talakında meydana geleceği
hususunda ittifak etmişlerdir. Bir kimsenin üç talakı, bir cümlede veya aralıklı
olarak, birkaç cümlede aynı yerde ifade etmesi, aynıdır.
«Üc talakı kapsayan bir cümle ile veya bir
mecliste, üç ayrı cümle ile, aralıklı olarak talak yapan kimse, ancak bir talak
yapmıştır.» görüşünde olanlar aşağıda nakledeceğimiz, üç hadise istinat
ederler.
1. Tavus'un, İbn-i Abbas (ra), Ebi Sehbâ (ra) ve
İkrime (ra)'dan rivayet ettiği hadistir.
2. Ailesinden üç talakla ayrılan İbn-i Ömer
(ra)'e, Rasulullah (savcın, üç talakı bir talak sayarak, «Ailenizi, ricat
ederek geri alınız» diye emrettiği hadistir.
3. Rükâne, ailesini üç talakla ayırdığı halde,
Rasulullah (sav) in O'na «Ailenizi ricat ederek geri alınız» hadisidir. Ricat
ise, ancak talakın bir olmasını icabettirir.
Naklettikleri üç hadisle görüşlerini isbata çalışan
Tavus ve Zahiri mezhebi müctehidlerine verilecek cevap şudur: Ki Tahâvî'nin,
Said bin Cü-beyr (ra), Mücahid (ra) ve Atâ (ra)'dan rivayet ettiğine göre İbn-i
Abbas (ra), karısından ayrılan bir kimseye, «Karınızı üç talakla boşadığınızdan
Allah (cc)'a isyan ettiniz. Karınız sizden tamamen ayrılmıştır», demiştir. İbn-i
Abbas (ra)'ın bu görüşü, sahabilerin icmatna uygun olduğu gibi, Tavus ve
diğerinin İbn-i Abbas (ra)'dan yaptığı rivayetin de, zayıf olduğuna delalet
eder. Çünkü İbn-i Abbas (ra)'ın hiçbir yerde, sahabilerin icmaına muhalefet
ederek kendi görüşüyle fetva ve hüküm verdiği
görülmemiştir.
İbn-i Abdülber bununla ilgili olarak, «Tavus'un,
İbn-i Abbas (ra)'dan rivayeti zaytf ve yanlıştır. Şam, Irak, Hicaz, Şark ve Garp
fakihlerinden hiç biri onun rivayetlyle amel etmemiştir»
der.
El-Bâcî ise; «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra) dan
rivayeti doğru kabul edilse dahi, O fetvasından dönerek sahabilerin icmasına
uymuştur. Bi2im delilimiz, kıyas yoluyladır. İbn-İ Abbas {ra)'a gelen kimse,
karısını üç talakla ayırdığından, kendisine malik ve konuşmasını do talak
niyetiyle yop-tığından üç talak meydana gelmiştir»,
demekledir.
«ibn-i Ömer (ra)'in hayız halinde iken ailesini üç
talakla ayırması üzerine. Rasulullah (sav) Hz. Ömer (ra)'e, «Oğlunuza
söyleyiniz. Ailesine ricat etsin» buyurdu», hadisini, Dârü'l Gudnî
reddetmiştir. Çünkü hadisin
bütün ravileri şiflerdendi. Hadisin gerçeği ise,
Nâfi'den rivayet edilen şu şekildir. Abdullah bin Ömer (ra), Resulullah (sav)
zamanında ay halindeki hanımını bir talakla ayırdı. Hz. Ömer (ra)'in bu meseleyi
sorması üzerine Resulullah (sav), «Oğlunuza söyleyiniz, ailesine ricat etsin»
buyurdu». [448]
Rasulullah (sav)'ın, ailesinden üç talakla ayrılan
Rükane'yi. ricat ettirmesiyle ilgili hadisi; senetleri birbirinden kopuk,
isnatları yanlış olduğundan hiçbir muhaddis tarafından kabul edilmemiştir.
Ancak, Rafizler —ehl-İ sünnet dışıdır— kabul ederler. Bu hadis hakkında
muhaddislerin tesblt ve tahkik ettikleri durum şudur: «Rükâne, ailesini elbette
bir talakla ayırarak Resulullah (sav)'a gelmiştir. Resulullah (sav) da ifadesini
alırken yemin ettirince üç talakla değil, bir talakla ayrıldığı ortaya çıkar.
Bunun üzerine Resulullah (sav), O'nu ailesine ricat ettirmiştir». Özet olarak
Cum-hur'un görüşü dalıa kuvvetlidir. Allah (cc), en iyi bilendir.[449]
Müfessirler, âyetteki «Talak, iki defadır.» cümlesi
hakkında ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Biz bu görüşleri İcmâlen
aşağıya alıyoruz.
A. Âyetteki, «Talak, İki defadır» cümlesinden
maksat, meşru talakın iki defa olacağıdır. Bunun dışında meşru değildir. Çünkü
bu âyet. kendisinden önceki âyetlerden değil, hüküm ifade eden müstakil bir
âyettir. Bu görüş, Haccac bin Ertad ve Rafİzilerin
görüşüdür.
B. Âyetteki, «Talak, iki defadır.» cümlesinden
amaç, sünnete uygun talakın iki defa olduğudur. Bu da İbn-i Abbas (ra), Mücahid
(ra) ve Maliki mezhebinin görüşüdür.
C. Âyetteki, «TaJak, İki defadır.» cümlesinden
murad, Talak-ı ric'îdir. Yani ailesini (karısını) iki talakla boşayan kimsenin,
talakından ricat etme (dönme) hakkı vardır. Bu da Kat^*» (ra) ve Urve (ra)'nin
görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.
Şevkânİ, «Fethü'l Kadir» isimli tefsirinde;
«Âyetteki, «Talak, iki defadır.» cümlesinden maksat, Talak-ı rle'tdir. Çünkü
bir önceki âyet, bunun delilidir. Yani erkeklerin ricat etme hakkı, ancak
birinci ve ikinci talaktan sonra olabilir. Üçüncü talaktan sonra erkek için
ricat hakkı yoktur. Allah (cc)'ın âyette, «Talak ikidir.» değil de, «Talak, iki
defadır.» buyurması, iki talakı bir defa da vermesine değil, tek tek vermesine
işaret eder.[450]
Allah (cc), kadını boşarken iyilikle ayırmayı
emrettiği gibi, erkeğin nikah mehri olarak verdiğinden bir şey almayı da
yasaklamıştır. Ancak aralarında Allah (cc)'ın çizmiş olduğu evlilik hudutlarını
yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa alabilirler. Çünkü Ailah (cc), «...(Ey
zevçler) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrj geri) almanız size helâl
olmaz. Meğer ki erkekle kadın Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından
korkmuş olsunlar» (Bakara: 229) buyurmaktadır. Âyetteki korkmaktan maksat,
Allah (cc)'ın evli çifte meşru kıldığı hudutları aşmaktan
korkmaktır.
Çünkü âyetten murat, Allah (cc)'m evli erkek ve
kadına çizmiş olduğu sınırların yerine gelmemiş olmasıdır. Bu da birbirlerine
karşı iyi geçinmemeleri, birbirlerine bağlı olmamaları, hülasa erkeğin kadın,
kadının erkek-üzerindeki haklarının yerine gelmemesidir. Bu suretle aralarındaki
sevgi ve saygı yok olduğu gibi, nefrete de dönüşür. Bu nefret havasıyla kadının,
kendisini boşaması için kocasına mal ve para vermesi, kocasının da alıp kabul
etmesi helal ve caizdir. Bu şekilde kadının boşanmasına fıkıh literatüründe
«hül'ü» adı verilir. Fakihler hül'ü, «kocanın, karısından aldığı bir mal
karşılığı ayrılmasıdır» şeklinde tarif etmişlerdir. Erkeğin, karısından boşanma
karşılığı mal ve para alması zulüm değil, adalet ve insafla harekettir. Çünkü
erkek evlilik sırasında mehir verdiği gibi, bir çok masraflar da yapmıştır. Tüm
bunlara rağmen ayrılma arzusunda bulunan hanımından, mehri geri alması
uygundur. Bu meseleye ışık tutan Buharî'nin rivayet ettiği şu hadistir: «Sabit
bin Kays (ra)'ın hanımı Cemile binti Abdullah (ra) peygamber efendimizin yanına
gelerek, «Ya Resulullah (sav); kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir.
Allah (cc)'a yemin ederim ki, onun ahlâk ve dininden dolayı değil, yalnız
İslâm'dan sonra tekrar küfre dönmek ve kâfir olmak istemiyorum. Evimin
bahçesinden kocamın birkaç kişiyle birlikte gelmekte olduğunu gördüm. Onlar
içinde rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü en çirkin olarak kocamı
gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays
(ra), «Ya Resulullah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak o'na
verdim. Eğer beni istemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla
ayrılayım», dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının
sözlerine
karşı ne diyeceğini sorunca, «Evet, boşadığı
takdirde bahçesini, diterse daha fazlasını da veririm» dedi. Peygamber efendimiz
de bahçeyi kocasına verdirdi. İkisini birbirinden ayırdı.» [451]
Fukaha-i cumhur, kendi İsteğiyle kocasından ayrılan
kadından, erkeğin verdiği mehirden fazlasını alabilmesinin caiz olduğuna
hükmetmişlerdir. Çünkü Allah (cc), «...(Kadının serbestçe boşanması İçin) fidye
vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi üzerine de bir vebal yoktur...»
buyurmuştur. Bu âyet, usul-û fıkih'la «amm» tabir edilen âyetlerden olduğundan,
malın çoğunu da, azını do kapsar.
Şâ'bi, Ez-Zeherî ve Hasan-ı Basri de: «Erkeğin,
verdiği mehirden fazlasını alması helâl değildir. Çünkü haksız olarak fozla bir
mal almaktadır. Elbette haksız olarak alman mal, caiz değildir. «...Fidye
vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi üzerinde de vebal yoktur» âyetinde,
kadınla erkeğe, aynı hak verilmiştir. Tercih olunan şudur: Erkeğin verdiği
mehiri ; alabilmesi caizdir. Yalnız onun mekruh olduğunu da kimse inkâr edemezu
derler.
t Fakihler, hül'ün nikah feshi mi, yoksa talak mı?
olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Cumhur'a (Hanefî, Hanbelî) göre, erkeğin karısından
hül'ü yoluyla ayrılması, doğrudan doğruya
ataktır.
İmam Şafii (ra) ise, kavi', kadiminde[452], hül'ün talak değil, nikah feshi ofduğu görüşündedir. Bı husustaki
tafsilat fıkıh kitaplarında görülebilir.[453]
«Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak)
boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir ere nikahlanıp vortncaya kadar,
ona (o, birinci zevcine) helal olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da
onu boşar da onlar (birinci zevç ite aynı zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta
tutacaklarını zannederlerse (iddet bittikten sonra) tekrar birbirine
dönmelerinde (evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur» âyeti', üc
talakla kocasından ayrılan bir kadının. İkinci bir erkekle evlendikten sonra
boşanıp, ilk kocasıyla ikinci kocanın iddet müddetinden sonra tekrar
evlenebilmesine İşaret eder.
Fakihler, üc talakla ayrılmaya beynûne-i kübra
(büyük ayrılık) adını vermişlerdir. Çünkü Allah (cc), önce talakı anmış, daha
sonra da onun iki defa olduğunu beyan etmiştir. Bilahare hül'ün hükmünü ifade ve
«yine erkek, zevcesini boşarsa...» âyetiyle de üç talakla ayrılmayı
zikretmiştir.
Kurtubİ bu hususta şöyle der: «Yine erkek zevcesini
boşarsa...» ayetinden murat, üçüncü talaktır. Üç talakla boşanan kadın,
kocasının dışında bir erkekle evlenip boşandıktan ve .iddet müddetini
tamamladıktan sonra evlenebilir. İslâm alimlerinin hepsi bu konuda icmâ
etmiştir. Hiç kimsenin âyete muhalif bir görüşü de yoktur»[454]
Cumhur (çoğu alimler) ve dört mezhebin
müctehidlerine göre, âyetteki «nikah» tan maksat, nikah akdi değil, cinsî
münasebettir. Öyleyse üc talakla ayrılan bir kadının, ikinci kez evlendiğinde
cinsi münasebette bulunması şarttır.
Said bin Hüseyyib (ra)'ten varit olan rivayete
göre, talakla kocasından ayrılan bir kadın için, ikinci defa birinci kocasıyla
evliliğinde, yalnız nikah akdi yeterlidir.
Bu rivayetin kesinlikle zayıf olduğu açıktır. Çünkü
aşağıda nakledeceğimiz sahih hadislerle çelişmektedir. [455] Şöyle ki; cumhur ile dört ehl-i sünnet mezhebi müctehidleri, İbn-i
Cerir'in, Hz. Aişe (ra)'den rivayet ettikleri; «Rufâe'nin hanımı Resulultah
(sav)'a gelerek, «Ben Rufâe'nln hanımı idim. O beni boşadı. İddetim dolduktan
sonra Abdurrahman bin Zübeyr (ra) ile evlendim. Yalnız cinsel gücünün bir bez
parçası gibi hareketsiz olduğunu gördüm,» deyince Resulullah (sav), «Tekrar
Rufâe'ye dönmek mi istiyorsunuz? Sen, Abdurrahman bin Zübeyr (ra)'in balından,
O'da senin balından tadmcaya (cinsi münasebette bulununcaya) kadar O'na
dönemezsiniz» hadisine İstinad ederek, âyette «nikahlan muradın, yalnız nikah
akdi değil, onunla beraber cinsi münasebette bulunma olduğuna hükmetmişlerdir.
Bu hadis, Kütüb-ü Sitte sahipleri
tarafından rivayet
edilmiştir.
Bazı alimlere göre; âyetin lafzı da bizzat cinsî
münasebetin yapılmasına delâlet eder.
ibn-i Cenni; «Ebu Ali'ye, «Fİ lan kes, kadını
nikahladı» sözünün anlamını sorduğumda, «Araplar bu cümleyi iki ayrı anlamda
kullanırlar. «Filan erkek, filan kadınla nikahlandı» dedikleri zaman, «o erkek,
o kadınla nikah yaptı» anlaşılır. Eğer onlar, «erkek, ailesini nikahladı»
dedikleri zaman ise, «erkek, kadınla cinsi münasebette bulundun mülahaza edilir,
Bu âyette açıkça cinsi münasebette bulunma anlaşılır» [456] diyor.[457]
Muhallil, üç talakla ayrılan bir kadınla, kendisini
boşayan kocasına helal ettirmek niyetiyle evlenen kimseye
denir.
Muhallil'i, «emanet alınan teke» olarak
vasıflandıran Resulullah (sav) sahabilere, «Size emanet alınan teke'yi haber
vereyim mi?» dediğinde, «Evet, ya Resulullah (sav)» dediler. Resululloh (sav)
«Emanet alınan teke, muhallll'dir. Allah (cc), onu da, tahlil yopant (ilk
kocayı) da lanetlesin» buyurdu. [458]
Alimler, muhallil nikahı hususunda ihtilaf
etmişlerdir.
Cumhur, (Maliki, Şafii, Hahbelî ve Sevrî), muhallil
nikahının batıl olduğuna hükmederler. O nikahtan sonra kadın boşanso dahi, ilk
kocasına helal olmaz. Çünkü nikah batıldır.
Hanefiler ile bazı Şafiî fakihleri İse, muholill
nikahının batıl değil mekruh olduğuna hükmederler. Çünkü o şahsa muhallil
denilmesi, nikahın sahih olduğuna açıkça delalet eder. Evzoî de; «Muhallil
nikahı, çok çirkin olmakla beraber, caizdir» der.
Cumhur'un deliller);
Cumhur muhallil nikahın toatıl ve fasltliğlne,
aşağıda nakledeceğimiz hadislere dayanarak hükmederler.
1. «Resuluilah (sav), «Allah (cc). muhalIH'e de
ve onun için nikah yapılan birinci kocaya da lanet etsin» buyurdu» [459] hadisidir. Eğer nikah sahih olsaydı. Resutullah (sav), onları
lanetlemezdl.
2. «Resulullah (sav). «Size emanet alınan tekeyi
haber vereyim mi?» deyince sahabiler, «Evet. ya Resulullah (sav)» dediler. O,
«Emanet alınan teke, muhallii'dir» buyurdu.» hadisi göstermektedir ki o nikah,
sahih değildir.
3. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre,
muhallil nikahının hükmü sorulduğunda Resutuliah tsav), «O nikah, helal
değildir. Yalnız kişinin istek ve arzusuyla yapılırsa, mubahtır. Çünkü muhallil
nikahıyla, Kandırma ve Kur'an'la alay etme gibi bir durum ortaya çıkar. Bu,
kandırma nikahıyla da kadından istifade eder» buyurdu. [460]
4. Hz. Ömer (ra)'in; «Bana muhallil ve kadının
ilk kocası gelirse İkisini de recmederim» sözüdür. MuhalHI nikahı sahih
olsaydı, Hz. Ömer (ra), «İkisini de recmederim» demezdi.
5. Nâfi'ntn, İbn-i Ömer (ra)'den rivayet ettiği
görüştür: «Öç talakla ayrılan bir kadını, boşayan kocasına nikahı tekrar helal
olmak amacıyla (o birinci zevcesinden) izin almaksızın diğer kardeşin veya diğer
bir kimsenin nikahlayıp boşaması hususu sorulunca İbn-İ Ömer (ra)'in «O
muhallil nikahıdır, ve helal değildir. Çünkü nikahta devamlılık ve arzu şarttır.
O İki şart olmadığına göre nikah, fasittir. Biz Resulullah (sav) zamanında böyle
nikahları zina sayardık»» [461] görüşüdür.
Hak olan görüş. Cumhur'un görüşüdür. Çünkü nikahtan
maksat, aile hayatının devamıdır. Yapılan nikahı, zamanla kayıtlamak, onu
geçersiz kılar. Boşanan bir kadını, boşayan kocasına helal olması kastıyla bir
diğer-rinin nikahlaması veya karısından ayrılan erkeğin, «benden boşanan kadını
nikahlayıp cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamak şartıyla evlen» demesiyle
yapılan nikahlar fasittir. Zira her İki şekilde, muta nikahına benzer. Muta
nikahı ise, Şiilerin dışında, bütün İslâm alimlerinin ittifakıyla
batıldır.
Allâme İbn-i Kesir, bununla ilgili olarak: «Âyette
«İkinci kocadan» maksat, evlendiğinde kendi arzusuyla evlenme ve evlendiği
hanımla do< devamlı yaşamayı amaçlamaktır. Meşru olan evlilikten maksat ta
budur.
İkinci koca, cinsi münasebette bulunacağı sırada
evlendiği kadının hac İbramıyla kulunmaması. oruçlu olmaması ve i'tikâf
yapmaması şarttır. Aksi halde kocasına helal olmaz. Hasan-ı Basrl (ra)'ye göre,
hantmıyla cinsi münasebette bulunan ikinci kocanın, menisinin gelmesi şarttır.
Çünkü o, Resulullah (sav)'in, Rufâe'nin hanımına, «Sen, onun balından, o da
senin balından tadın caya kadar, eski kocana helal olmazsın» hadisinden, meninin
gelmesini anlamıştır.
İkinci kocanın, yaptığı evlilikten amaç, evlendiği
kadını tekrar eski kocasına helal ettirmek İse, bu hadislerin yerdiği ve
lanetlediği muhallil nikahıdır. Bir kimse bu niyet ve arzusunu nikah akdinde
ortaya korsa Şiilerin dışında bütün İslâm alimleri, o nikahın batıl olduğuna
hükmederler», [462] der.
İbn-i Kesir, Tesirinde bu hususla ilgili hadisleri
uzun uzadıya incelemiştir.
Seyyİd Reşid Rıza ise şöyle demektedir: «Âyet. üç
talakfa kocasından ayrılan bir kadının, tekrar eski kocasına helal olarak
dönebilmesi için, ikinci evliliğin islâm in sahih kabul ettiği bir nikah ile
olacağını bildirmektedir. Âyetten kasıt da budur. Bir kimse, yalnız eski
kocasına helal olmak kaydıyla bir kadınla evlenirse, evlilik şekli bir evlilik
olur. Şeriata göre sahih evlilik olmamıştır ve kadının birinci kocasıyla tekrar
evlenmesi de helal değildir. Bu tür evlilik yapanlar Allah (cc)'a isyan
ettiklerinden Resulullah (sav), bunlar hakkında, «Allah (cc), onlara lanet
etsin» buyurmuştur. Bu evlilik kanın idrar ile temizlenmesine benzer. Muhallil
nikahı, muta nikahından daha çirkin olduğu gibi, eski kocasına da bir ar bir
utanç getireceği açıktır.» 'Daha sonra İbn-i Hacer el-Mekkİ'nin, «Ez-Zevâclr*
isimli eserinden muhallil nikahının haramlığma işaret eden haber ve hadisleri
nakleder ve; «Muhallil nikahı, çok rezil ve çirkin olmakla beraber İnsanlar
arasında yaygın bir haldedir. İslâm düşmanları, mevzuyu tam kavramadan, bunu
alet ederek saldırmak, tenkit etmek istiyorlar. Lübnanda islâmi eserleri çokça
olan bir hristiyanta tanıştım. O kimse, aldığı kitaplar vasıtasıyla, İslam
tasavvufunu da benimseyerek tam bir müslüman oldu. Bir gün bana, «İslâm'da
muhallil nikahı dışında hiçbir kusur göremiyorum. O nikahında bizzat Allah (cc)
buyruğu değil, sonradan fsfâmın içersine sokulmuş bir mevzu olduğunu
zannediyorum» demesi üzerine, muhallil nikahını çok geniş olarak anlattım. İkna
olarak aynen kabul etti» [463] diyor.
Muhallil nikahının bir çok kötülükleri vardır. Ki
alimler bu hususta uyarı yapmışlardır. Allâme İbn-i Kayyım, ailâmü'l Mugün»
isimli eserinde, meseleye Özellikle bir bölüm ayırmıştır. Çünkü gayr-i
müslimler, ondan dolayı islâmi yermişlerdir. Halbuki bu meselenin iç yüzü,
Resulullah (sav)'ın hadislerinde, sahabilerin ve tabii'nin görüşlerinde
açıklanmıştır. Allah (cc) en iyi bilendir.[464]
1. Talak-ı ric'i ve Talak-ı bâln iie iddetin farz
oluşundaki sebep, nesep (soy) karışıklığı olmaması için, kadın rahminin temiz
olduğunun bilinmesidir.
2. Kadının hamileliğini saklaması yani inkar
etmesi haram, iddeti hususunda doğru söylemesi ise
farzdır.
3. Taiak-ı ric'î ile ailesini ayıran bir
kimsenin, henüz iddet müddeti dolmadan
karısına dönmesi hakkıdır.
4. Kadın ve erkek, evlilik hayatındaki bütün
haklarda eşittirler. Yalnız yedirme, giydirme ve İskân ettirme hususunda
erkeğin, kadına bir derece üstünlüğü vardır.
5. Talak-ı ric'î de, erkek iki defa hanımından
ayrıldığı takdirde dönme hakkına sahiptir. Üç talakla hanımından ayrılan bir
erkeğin, tekrar onunla evlenmesi haramdır. Yalnız bir diğer erkekle evliliği
devam ettirme kastıyla sahih bir nikah yaptıktan sonra, eski kocasına helal
olmak amacıyla değil, normal bir şekilde boşanırsa, bilahare eski kocasıyla
kadının ev ienmesi helaldir.
6. Ayrılmalarını icabettiren şer'İ bir maslahat
varsa, kadının kocast-na kendisini boşatmak için mal vermesi ve onun da alması
caizdir.
7. Erkeğin karısından mal almak kastıyla, işkence
yapması haramdır.[465]
İslâm, kadından ayrılmayı mubah kılmış ve helal
şeyler içersinde en çirkin olan şeyin de o olduğunu beyan etmiştir. Yalnız
talak, Islâmda istisnai hallerde, geçimsizlikten kurtulmak için, zaruri olarak
meşru kılınmıştır. Çünkü geçimsizlik çoğu kez, karı-koca arasında olduğu kadar,
het İki tarafın ailelerine de cehennem azabını tattırır.
İslâm, boşamayla ailenin yıkıldığını, fertlerin
dağıldığını, hatta zararından çocukların dahi etkilendiğini görür. Çünkü
çocuğun, annesinin himayesinde olduğu müddetçe daha güzef terbiye ve baktma
sahip
bir gerçektir: Anne sevgi ve terbiyesinden uzak
Kalan çocufcfiar, tabii ki
dağılmaya ve terbiyesiz yetişmeye elverişli duruma
gelirler.
Bununla beraber islâm, daha büyük bir zararı
aniemek rçtrr lalakt meşru kılmıştır. Çünkü ailelerde geçimsizliğin çoğu kez,
facialara yol açtığı görülmektedir: Ailede esas .olan nefret değil, karşılıklı:
sevgi-,, saygı ve istikrardır. Karı-koca arasındaki anlaşma, saffedilerr
çabalara rağmen temin edilemezse, ayrılma kaçınılmaz bir zaruret olur. Ayrılma
sebeplerinden: bazıları şunlardır: Ailenin (hanımının) yaşantısından şüphelenme,
doğrudan doğruya hainliğini görme, çocuk doğurmayacağı veya doğurmadığını
kesinlikle bilme, bulaşıcı bir hastalık olur ve kendisine bulaşma ile dünyaya
gelecek Gocuklara geçeceğini iyice tesbit etmedir. Bu gibi sebeplerle erkeğin,
ailesin* boşaması elbette zaruridir.
Allah (cc), Kur'anda iki defa birer talak ile
kadının ayrılmasını ay halinde değil, temiz olduğu zaman meşru kılmıştır.
Nitekim Resuluilah (sav)'-ın hadisleri de buna delalet eder. Erkek, hanımını bir
veya İki talakla ayırdığı takdirde, dilerse iddet müddeti içersinde ricat
ederek harrımıyla tekrar birleşebilir. Eğer aile hayatını devam: ettirmek
istemiyorsa üçüncü kez hanımını boşayarak tamamen ayrılır.
Üstad Ahmed Muhammed Cemâl, «İslâm Kültürü» isimli
eserinde; «Islâmın talak-t rfc'î'yi anmasındaki hikmet, evlilik hayatındaki
bağların yeniden onarıtması, çocukların aile sevgi ve terbiyesinden) yoksun
olmamaları ve iddet müddeti içersinde her iki tarafın, iyi düşünerek ayrılığın
verdiği pişmanlıkla tekrar birbirlerine dönmeleri içindir.
İslâm cahiliyet devrinde ezilen, ortada kalan ve
çiğnenen kadın haklarını düzeltme ve yartılışlanndaki haklarını tekrar iade
etmek için Talak-ı ric'î'yi meşru kttm+ştır. Çünkü Araplar, karılarından bir kaç
talakla ayrıldıktan sonra iddetleri dolmadan tekrar alırlar, hemen sonra;
talakla yine ayrılırlardı. Maksatları karılarına İşkence, eza ve cefa yapmaktı.
Çünkü kadın, iddet in in sonuna doğru ne evli, ne de ayrılarak evlenebilecek bir
durumda, askıda bir.vaziyette kalırdı. İşte bunun için İslâm, kadınlara yapılan
zulüm ve anarşiyi öntemek için, talak adedini sınırlandırmıştır.» [466] der.[467]
233 — Anneler çocuklarını iki bütün yıl
•m*f',annelerin) maruf vec-meyl tamam yaptırmak Isteyen(ler) İçindir.
Onların Qj a|tti|. f^so ta-hile yiyeceği, giyeceği, çocuk
kendisinin olan (bö*7 cocuğU yüzünden, ne katinden ziyadesiyle mükellef
tutulmaz. Ne bir anıt^' b}yla 2arGra sokulma-de bir çocuk kendisinin olan (bir
baba) çocuğu seP f (anQ ve baba)
orasın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. *9 0ne do|madan)
meme-larında rıza ve müşavere ile (biiittifak çocuğu iki *. yoktur çocuklarınızı
den kesmeyi arzu ederlerse İkisinin üzerine de «^2trme ücretin)! teslim
emzirtmek isterseniz meşru surette verdiğiniz (sf^ Allah'tan korkun ve etmek (ödemek) şartıyla
yine uhdenize vebal yokt^ bilin ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla
görendir.
(Velvâlldâtü): Vâlidetin çoğulu vâlidotü
kelimesi, anneler manasınadır. Vâlld ise, babaya denir.
(Havlayni): Havleyni kelimesi, iki sene demektir.
:
(El mevlûdi
lehü): Baba anlamındadır. (Fteâlen): Fisâl kelimesi,
ayrılma ve sütten kesilme
(Teşâvürin): İstişare etmek
demektir.
(Testerdlû): Çocuk emzirmeyi isteme
anla-
(Bİlmagrufl): Dinin emrettiği şekilde yapmak
de-(Basirun); Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, her şeyi [468]
Allah (cc). icmâlen şöyle diyor: «Allah (cc)
boşanan anneye tam iki yıl çocuğunu emzirmesini emretmiştir. Şüphesiz Cenab-ı
Hak annenin üzerine yüklediği bu mükellefiyete karşılık, çocuğun babasına da
baz. vazifeler emretmektedir. Çocuğunun, annesinin yiyeceğini, giyeceğini maruf
olan vech üzere, iyilikle ve gücünün yettiğince tekeffül etmesini emretmiştir.
Her ikisi de mesuliyette ortaktırlar. Her ikisi de güden dahilinde vazifelerini
yerine getirecektir.
Cenab-ı Allah (cc), anne ve babadan her birisine,
yavruyu diğerine zarar verecek şekilden kaçınmayı emretmiştir. Baba, annenin
duygusunu yavrusuna karşı şefkatini, onu tehdit etmek için veya karşılıksız
emzirtmek için. kötüye kullanmamadır. Anne de babanın çocuğuna karşı şefkat ve
sevgisini, istekleriyle babanın omuzupa
ağır yük vurmak için kötüye
kullanmamalıdır. Annenin çocuğu emzirmekten
kaçınması İse haramdır. Boşonan kadının, çocuğun babası eski kocasına, «Çocuğunu
artık emzir-miyorum. Başka bir süt annesi bularak emzir» demesi veya çocuğun,
annesini emme arzusunda olmasına rağmen, yavruyu babasının (annesine)
emzirtmeyip başka bir süt anneye vermesi, haramdır.
Anne ve baba veya mirasçısı, çocuğun memeden
Kesilmesinde, sıhhi ve benzeri sebeplerden dolayı fayda mülahaza ederlerse iki
yıl bitmeden önce çocuğun memeden kesilmesinde üzerlerine bir vebal yoktur.
Himayesi üzerlerine yüklenen, korunması kendilerine verilen çocuğun maslahatına
uygun olarak müşavere ve iki tarafın rızası İle bu İş biterse hic bir beis
yoktur.
Ey babalar, boşadığınız hanimin Jsyan etmesi,
evlenme arzusunda bulunması veya emzirmekten aciz olması halinde, başka bir süt
annesi bulmanızda üzerinize hiçbir vebgı yoktur. Bulacağınız süt annesinin
ücretini gücünüz nisbetinde. maruf bir/şekiide vermeniz farzdır. Çünkü İkram
edilmeyen bir süt annesinin, çocuğa layıkıyla bakması ve emzirmesi mümkün
değildir. Sfz onlara iyi bakarsanız, onlarda sizin çocuklarınıza İyi
bakarlar
Ey müminler, Allah (cc)'tan korkun ve bilin ki,
şüphesiz Allah (cc), yaptığınız şeyleri hakkıyla görendir. O, sizin bütün
hallerinize vakıftır. En İyi görücüdür. Ahtrette sizi yargılayıcıdır. Ve herşeye
maliktir.»[469]
Mevzumuz
Âyetin, Önceki Âyetlerle Münasebeti
Allah (cc), daha önceki âyetlerde, nikah, talak ve
rlcatle İlgili hükümleri zikrettikten sonra, (mevzumuz) âyetle de çocuk emzirme
hükmünü beyan etmiştir. Çünkü talakla bir ayrılık meydana gelir. Çoğu kez
karısını boşayan bir erkeğin, süt emen çocuğu olur. Kocasından intikam almak
isteyen boşanmış kadının, emzirmediği çocuğun ortada kalarak zayi olmaması
için Allah (cc), (mevzumuz) âyette, kocasından ayrılan kadınların çocuklarını
emzirmelerin) ve bakımlarını yapmalarını emretmiştir.[470]
Birinci
İncelik: (Mevzumuz) âyette, İlahi emir, doğrudan doğruya
değil, hober şeklinde gelmiştir, ilk bakışta bir hadiseyi haber verecek gibi
zannedilmesine rağmen, gerçekte bir emirdir. Ayet, «Anneler çocuklarını iki
bütün yıl emzlrirler» şeklinde gelmişse de, «Anneler çocuklarını iki bütün yıl
emzirsinler» tarzındadır. Ayetin emir değil, haber şeklinde
gelişi,
annelerin çocuklarına karşı aşırı bir sevgiye,
sahip oldukları içindir. (Mevzumuz) âyette, «Boşanan kadınlar» değil, «Anneleri*
tabirinin kullanılmasından maksat, kocalarından ayrılan kadınların, çocuklarına
karşı annelik duygularını kaybetmemeleridir.
İkinci
İncelik: Âyette, «baba» tabiri yerine, «çocuklar
kendisinin olan» ifadesinin kullanılmasında ince ve derin bir hikmet vardır.
Çocuklar soy bakımından anneye değil, babaya tabidir. Annelere veya süt
annelerine maruf olant yedirmek, giydirmek gibi şeylerin babalara farz olmasının
hikmeti, çocukların annelerin değil, babaların tekellüfü altında olduğundan
dolayıdır. Bunun için emme müddeti içinde, emziren kadının nafakası İle, sütten
kesilen çocukların nafakasını temin etme, babaların üzerine
farzdır.
Allâme Zemahşerî bu hususta.; «Âyette niçin «Baba»
denilmiyor do «Çocuk kendisinin olan» tabiri kullanılıyor?» sorusu okla
gelebilir. Bu soru şöyle cevaplandırılabilir: Anneler, yalnız kocalan (babaları)
için çocuk doğurmuşlardır. Çünkü çocuk annesine değil, babasına isnat edilir»
[471] der.
Üçüncü
İncelik: Ebu Hayyan: «Âyette, «iki sene» tabirinin,
«bütün» kelimesiyle vasıflandırılmasındaki hikmet, ihtimali bir mecazın akla
gelmemesi içindir. «Bütün» kelimesiyle, «iki sene» vasıflanmamış olsaydı, iki
seneyi tamamlamanın şart olmadığı akla gelebilirdi. Konuşma sırasında, «filan
yerde iki sene oturdum» diyen kimsenin sözleri tetkik edildiği zaman çoğu kez,
iki seninin tamam olmadığı görülür» [472] demektedir.
Dördüncü
incelik: Allah (cc), «...Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne
de bir çocuk kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara
sokulmasın»
âyetiyle, çocuğu, anne ve babanın her ikisine izafe
etmiştir. Maksatta, her ikisinin çocuğa karşı şefkatli olmaları, bakımlarını
temin etmeleri ve en güzel şekilde terbiye etmelerini toleb etmek içindir. Çünkü
çocuk yabancı değildir. Birisi annesi, diğeri ise babasıdır. Karı-kocanın
ayrılmalarına vesile olan düşmanlığın, çocuğa zarar vermeye vesile olmaması
lazımdır.
Allâme Ebussuud; «Âyette, çocuğun anne ve babaya
izafesi, çocuğun yetiştirilmesi hususunda her ikisinin (karı-koca)
anlaşmalarının gerekli olduğu ve boşanmanın çocuğa zarar vermeye değil, çocuk
yüzünden zarara sokulmalarının doğru olmadığını beyan içindir» [473] diyor.
Beşinci
İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan
alınmamıştır.[474]
A Bazı alimlere göre âyette, «anneler» tabirinden
murat, yainız kocalarından boşanan annelerdir. Bu da, Mücahid, Deh hâk ve
Es-Süddî'nin görüşleridir. Boşanan kadınların hükümlerini beyan eden âyetten
hemen sonra gelen (mevzumuz) âyet, onun hükümlerini tamamlamak için
gönderilmiştir. Şüphesiz Allah (cc), âyette, «anneler» tabiri kapsamına
girenlerin, yemeleri ve giymelerinin, çocuk babalarına farz olduğunu
açıklamıştır. E-ğer âyette, «anneler» tabirinden halen evli anneler
kastedllseydi, yeme ve giymenin çocuk babalarına bu âyetle farzedilmesine lüzum
kalmazdı. Evli bir kadının yeme ve giymesini temin, zaten evlendiği günden
itibaren çocuk olsun veya olmasın, babanın üzerine
farzdır.
Allah (cc), (mevzumuz) âyetteki hükmün ilfet
(neden) ve hikmetini beyan ederken, her ikisinin de zarara sokulmasını
yasaklamıştır. «Çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba),
çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın» âyeti, buna işaret eder. Âyette,
«anneler»den maksadın, boşanan anneler olduğu görülür. Çünkü evli bir kadının
çocuğuna zarar vermesi düşünülemez.
B. Diğer bazı alimlere göre ise, âyette «anneler»
tabirinden murat, kocalarının yanında olan evli annelerdir. İmam Fahreddin
er-Râzî ve A1-lâme Kurtubî'nin naklettikleri gibi, el-Vâhidî'nin de görüş ve
tercihi budur. Onların delilleri ise şudur: Boşanmış bir kadının, çocuğu
emzirmesi halinde dahi elbisesini temin, çocuğun babasına farz değildir. Kadın
çocuğunu emzirmekle ancak emzirme ücreti alır. «Çocuk emziren kadının yiyeceği,
giyeceği çocuk kendisinin olan babaya aittir» buyruğu delalet ediyor ki, âyette
«anneler» den maksat, evli annelerdir.
C. Bir kısım alimlere göre de, âyette «anneler»
kelimesinden amaç, evli veya kocalarından boşanmış tüm annelerdir. Çünkü âyette
tevli veya boşanmış anne» ile tahsis değil, umumi bir ifade vardır. Bu da Kadı
Ebu Ya'la, Ebu Süleyman ed-Dımişki ile diğer alimlerin tercih ettikleri
görüştür. Bunların görüşleri, A. ve 6. , maddelerinde görüşlerini naklettiğimiz
alimlerin görüşlerinden daha tercihlidir. Ebu Hayyan da bu görüşte olduğunu,
«Bahr-ı Muhit» isimli tefsirinde anmıştır.[475]
Bazı alimlere göre, annenin çocuğunu emzirmesi
farzdır. Çünkü, «Anneler, iki bütün yıl emzirirler...» âyetinin zahiri, buna
işaret eder. Âyet, her ne kadar haber şeklinde varit olmuşsa da, emri ifade
eder. Yani «İki bütün yıl emzirsinler» mealindedir. İmam Malik (ra)'in görüşü de
budur. Evli veya kocasından boşanmış bir kadının, başka bir kadının memesini
emmeyen çocuğunu emzirmesi, kendisine farzdır.
Kocasından tamamen ayrılan bir kadının, çocuğunu
emzirmesi farz'değildir. Çocuğu emzirtmek, babaya aittir. Yalnız ayrılan kadın,
çocuğunu emzirmek isterse, elbette onun emzirmesi daha iyidir. Emzirme ücretini
de, çocuğun babasından o günkü rayiç üzerinden alır. [476]
Fukaha-i cumhur'a göre, «emzirirler» ifadesi emri
değil, sünneti (annenin çocuğu emzirmesi farz değil, sünnettir) ifade eder.
Yalnız çocuk, başka bir kadının memesini almıyorsa, babanın da' süt anne tutma
gücü yoksa veya gücü olupta buiamıyorsa, o zaman annenin emzirmesi
farzdır.
Çocuğu emzirmek, kadına farz olsaydı İslâm,
anneleri çocuklarını emzirtmekte mükellef tutardı. Yalnız çocuğu emzirmek,
kadına sünnettir. Çünkü onun sütü, çocuk bünyesine daha uygun ve bakımı
hususunda şefkatlidir.[477]
Fukaha-i Cumhur (Maliki, Şafii, Hanbelî)'a göre.
haram olmayı gerektiren süt emme süresi, tam iki yıl olarak tesbit edilir. Tam
iki yıl süt anne emen çocuk, (o) kadının nesebinden olan çocuk gibi haramlığı
ica-bettirir. Çünkü Resulullah {sav}. «Nesep ile haram olan. süt ile de
haramdır.» buyurmuştur. Süt ile haram olma İçin, çocuğun doğumundan itibaren
tam iki yaşını dolduruncaya kadarki sürede emmesi
lazımdır.
Fakihler, «Anneler, çocukları İkt bütün yıl
emdirirler w âyetine dayanarak, süt emzirme müddetinin tam. iki yıl olması lazım
geldiğine hükmetmişlerdir. Bu hükme varışlarını Resulullah (sav)'ın, «Süt
hükmü, ancak çocuk İki yaşını dolduruncaya kadarki zamanda tesbit edilir» hadisi
te'yid eder- Blr çocuğa, iki yaşını dolduruncaya kadar, emdiği kadının
çocukları, kızkardeşleri, annesi veya kocasının kızkardeşleri, erkek kardeşleri
haramdır. Çünkü kadının büyük ve küçük çocukları ile yakınları, emen çocuğun süt
kardeşleri, süt teyzeleri, süt halaları ve süt babaanneleri
olurlar.
İmam-ı Azam Eb'u Hanife (ra)'ye göreyse, haram
kılan süt müddeti. İki yıl altı aydır. Çünkü Allah (cc), «...O'nun bu taşınması
İle sütten kesilmesi (süresi) otuz aydın* (Ahkâf: 15) buyurmuştur. Âyetten
anlaşılan, sütün geçerlilik müddetinin tam otuz ay olduğudur. Bu da ikibuçuk
sene eder.
Allâme Kurtubî bu hususta şöyle der: «Sahih olan,
cumhur'un görüşüdür. Çünkü Allah (cc), âyette «tam İki yıl» buyurmuştur, iki
yıldan fazla süt emmenin hiçbir hükmü olmadığına âyet delâlet etmektedir.
Nitekim Resulullah (sav) da, aSüt hükmü, ancak çocuk iki yaşını dolduruncaya
kadar ki, sürede tesbit edilir» buyurmuştur. Hz. Aİşe (ra) ile Leys bin Saad
(ra) da aynı görüştedirler.[478]
«...Onların (annelerin) maruf veçhile yiyeceği,
giyeceği, çocuk kendisinin ofan (babaya) aittir...» âyeti, çocuk emziren
kadının yiyecek ve giyeceğinin temin edilmesinin, çocuk kendisinin olan babaya
farz olduğuna delâlet eder. Yiyecek ve giyecek miktarı ise, çocuk babasının mali
gücüne göre ayarlanır. Çünkü «Allah, hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden
başkasını yüklemez» (Bakara: 286) ve «(Hali vakti) geniş olan nafakayı
genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir de)
nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin» (Talâk: 7) âyetleri buna delâlet
eder.
Fakihler, «...Yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin
olan (babaya) aittir» âyetini delil getirerek, çocuk nafakasının babasına farz
olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü boşanan bir kadın nafakasının, çocuğu emzirdiği
sürece babaya farz olduğu beyan edilmiştir. Bu farz oluş, kadın, çocuğu
emzirdiği içindir, öyleyse çocukların nafakaları buluğa erinceye kadar
babalarına farzdır.
Cessâs, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli tefsirinde; «(Ders
mevzumuz) âyet, İki ayrı anlamı ihtiva eder.
1. Tam iki yaşına kadar çocuğu emzirmeye, annesi
daha layıktır. Anne çocuğunu emzirmeye razı olursa, diğer bir süt annesi
aramaya, babanın şeriata göre hakkı yoktur.
2. Baba doğumundan itibaren tam iki yıl, çocuğun
emzirilme ücretini vermekle yükümlüdür. İki yıldan sonra da, çocuk emmek
isterse, babası bir ücret vermekle mükellef değildir. Anne, çocuğun emzirilme
ücretine ortak değildir. Çünkü Allah (cc), bu ücreti, anne emzirdiği takdirde
(anne-baba) çocuğa varis oldukları halde, babaya farz kılmıştır. Çocuğun
mirasına anne ve baba ortak oldukları halde, emzirilme ücretinin temini babaya
aittir. Süt emzirme ücretinin babaya farz olması gibi, buluğ cağına (15 yaş)
gelmeyen küçük çocuklar ile yaşları büyük sakat çocukların nafakalarını temin
etmede babalarına aittir. Çünkü âyet, açıkça buna işaret eder.» [479] der.[480]
Beşinci
Hüküm: «...Mirasçıya Düşen (Vazife) De Bunun Gibidir» Âyetinden, Maksat
Nedir?
Müfessirler, âyette «mirasçı» kelimesinden maksadın
ne ve kim olduğu hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe
ayrılmışlardır.
A. «mirasçudan maksat, öldüğü takdirde çocuğun
mirasçılarıdır. Bu, Atâ, Mücâhid ve Said bin Cübeyr'in görüşüdür Bu görüş
sahipleri de kendi aralarında İhtilaf etmişlerdir. Bir kısmına göre,
«mlrascısdan maksat, yalnız hayatta olan
çocuğun nafakasını temin eden erkektir. Diğer bir kısmına göre de, «mirasçıdan
murat, çocuğun varisleri olan kadın ve erkeklerdir. Bu da, Ahmed bin Hanbeı
(ra) ve İshak (ra)'ın görüşüdür. Bir başka guruba göre ise, «mirasçından amaç, çocuğun yakın
akrabalarıdır. Bu da, İmam-ı Azam'ın (ra}, talebeleri İmam Yusuf (ra) ve
İmam Muhammed (ra)'ln görüşleridir.
B. Bazı alimlere göre, «mirasçıdan murat, ölen
çocuğun baba mirasçılarıdır. Bu da, Hasan ve Suddî'den rivayet
edilmiştir.
C. Diğer bazı alimlere göre ise, «mirasçıdan
maksat, çocuğun anne ve babasından biri öldüğü takdirde, diğeridir. Bu da
Süfyan-ı Sevri {rof'nin görüşüdür.
D. Bir gurup alime göre de, âyette, «mirasçımdan
gaye, çocuğun kendisidir. Çünkü malı olan çocuk nafakasının, kendi malından
verilmesi farzdır Taberî bu görüşler içersinde, en son görüşü tercih etmiştir.
[481]
1. Çocuklarını emzirmek, annelerinin görevidir.
Çünkü anne sütü, çocuğun bünyesine daha uygun ve daha
şefkatlidir.
2. Çocuklar, neseb olarak babalarına
isnat-edllir. Onun için çocuğa bakmak, yedirmek, giydirmek, barındırmak ve
terbiye etmek, babaya aittir ve daha uygundur.
3. Çocuğun nafakası, varsa süt annesinin ücreti,
babasının mali durumuna göre ayarlanır. Allah (cc), hiç kimseye gücünün
yetmeyeceği bir
şeyi yüklemez.
4. Babası ölen çocuğun nafakası, yavrunun
varislerine aittir.
5. Çocuğun İki seneden önce memeden kesilmesine
karar vermek, anne ve babanın aralarında istişare ederek razı olmalarına
bağlıdır.[482]
Allah (cc), anneleri çocuklarını emzirmek için
teşvik, etmekte ve emme süresini de tam iki yılla sınırlandırmaktadır. Çünkü bu
süreden sonra çocuk, anne sütüne ihtiyaç duymaz. Yalnız İkj sene zarfında anne
sütüne bedel başka bir gıdanın olmadığı ve o sütün çocuk İçin en uygun ve en
üstün gıda olduğu tesbit edilmiştir. Çocuğun anne rahmindeki gelişmesi, annenin
kanıyladır. Rahimde çocuğu geliştiren kan, çocuğun doğumuyla hemen süte dönüşür.
Çocuğun bünyesini oluşturan parçalara o süt, daha uygundur. Dünyaya gelen
çocuğun gelişmesi oranında, anne sütü de gelişir.
Zaruret halinde başka bir süt anne tutulacaksa,
ahlak ve huylarının iyice araştırılması lazımdır. Çünkü süt, çocuğun ahlak ve
huylan üzerine büyük ölçüde tesir eder. Çocuk bünyesine etki yapan sütün,
kişilik ve karekter oluşumuna da etki yaptığı müşahede edilmiştir. Mesela,
yalancı bir kadın sütünü emen çocuğun, yalancı olması büyük ölçüde imkan
dahilindedir.
Çocuğunu emziren kadın, yalnız süt değil, sütle
beraber iyi huy, rah-' met ve şefkat gibi duygular da verir. Mesela; hayırsever
bir kadın sütünü emen çocuğun, büyük ölçüde hayırsever olması mümkündür.
Ahlaksız ve huysuz bir kadın sütü emen çocuğun, kötü huy sahibi olması
kesindir.
Terbiye alimleri, eserlerinde bu hususu uzun uzun
incelemişlerdir. Tarihte büyük devlet adamları, çocuklarının yetişmesi için
bizzat annelerine emzlrtirlerdi. Ne yazık ki, günümüzde bu durum hiç
düşünülmeden çocuğuv emzirmemek bir moda haline gelmiştir. Çocukları emzirmeyi
terketmedeki amaç, annelerin göğüs zerafetlerinln bozulmamasıdır. Çağımızın
zengin
hanımları, doğumdan hemen sonra çocuklarını çeşitli
gıdalarla besleyerek sütten kesmektedirler. Bununla yetinmeyerek, zevk ve
eğlencelerine mani olmamaları İç-in, çocuklarını ana okullarına koyarak orada
terbiye ettirmektedirler.
Geçmişte yetişen çocukların anne ve babaya
gösterdikleri saygı ile günümüzde yetişen çocukların anne ve babaya
gösterdikleri saygı mukayese edildiği zaman, geçmişte yetişenlerin anne ve
babaya ne kadar saygılı oldukları ortaya çıkar. İşte bundan dolayı Allah (cc)
bizzat annelerin çocuklarını emzirmelerini emir ve tavsiye etmiştir.[483]
234 — İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıktan
zevceler, kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti
bitirdikleri zaman artık onların kondiîeri hakkında meşru vech ile yaptıkları
şeyden dolayı size günah yoktur. Allah, ne işlerseniz (hepsinden) hakkıyla
haberdardır.
(Yüteveffevne): ölürler, manasınadır.
(Yezerûne): Terkederler
anlamındadır.
(Ezvâcen): Ezvâc kelimesi, âyette «kadınlar»
manasında kullanılmıştır.
(Yetarabbesne): Beklerler
demektir,
(Belağne
ecefehünne): Ecel kelimesi, tayin edilen süre
manasındodır Ayette ise, «iddetinl dolduranlar» anlamında
kullanılmıştır
(Habirin): «Her şeyin gizil ve açık olanını
bilen» anlamındadır.[484]
Allah (cc), icmalen şöyle buyuruyor; «İçinizde ölen
erkeklerin geride bıraktıkları hanımların, kendi kendilerine dört ay on gün
beklemeleri farzdır. Bu bekleyiş müddeti içersinde, kadınların güzel elbise
giymemelerini, koku. sürmemelerini, hiçbir toplantıya katılmamalarını ve
erkeklerin de İddet bekleyen kadınlara evlenme teklifi yapmamalarını Allah (cc)
emret-1 mistir.
Allah (cc)'ın emrettiği şekilde İddet müddetlerini
kocalarının evlerinde tamamlayan kadınların velileri İçin, onları evlendirme
hususunda hiç bir günah yoktur. O süreden sonra kadınların güzel koku
sürünmeleri ve güzel elbise giymeleri de serbesttir.
Allah (cc), iş ve amellerinizi en iyi bilendir.
Sizin gizli yaptıklarınızı dahi sizden daha iyi bilir. O'ndan sakınınız ve
emrettiğini, mutlaka emrettiği şeklide yapınız.»[485]
Birinci
incelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan
alınmamıştır.
İkinci
İncelik: Âyetteki, «zevç» kelimesi, hem erkeğe, hem
kadına denir. Gerçekten İki şeyden meydana gelen şeye «2evc» denir. Bunun için
kadın ve erkeğin birleşmesine de «zevç» denmektedir.
Zevciyet (evlilik)'(en maksat, ikisinin de her
hususta birlik olmalarıdır. Bu birliği Allah (cc), âyette tek bir kelime olan
«zevç» ile ifade etmiştir.
Üçüncü
incelik; Ibn-i Cerir et-Taberl; «Ümmü Seleme (ra)'den
varit olan rivayete göre, kocası ölen bir kadın, gözünün ağrıdığını, bunun İçin
gözüne sürme çekip çekmeyeceğini sorunca, Resulullah (sav), «Sizler cahiliyet
devrinde en pis elbise İle bir sene beklerdiniz.'Sonra da yanınızdan geçen
köpeğe, bir koyun veyd deve dışkısı atardınız. Cahiliyet devrinde bir sene
bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün beklemeye dayanamıyor musunuz?» buyurdu»
[486] der.
Dördüncü
incelik: Kocası ölen bîr kadın için, dört ay on gün gibj
bir süre tayin edilmesi ve o müddet İçersinde güzel elbise giymeyi ve koku
sürmeyi terketmesinln talep edilmesinden maksat şudur: Kadının dört ay on gün
iddet beklemesindekj gaye, hamile olup olmadığının bilinmesidir. Çünkü cenin
anne rahmine düştükten sonra İlk kırk günde nutfe, ikinci kırk günde kan halini
alır. Üçüncü kırk günde ise çocuğun uzuvları teşekkül eder ve tam bir çocuk
şeklini alır. Bu hususa Resulullah (sav)'ın sarih ve sahih hadisi de delalet
eder. Yüzyirmi günden sonra çocuğa ruh verilir. İşte bu on gün de çocuğun
canlanma müddeti olarak sayıldığında toplam 4 ay on gün olur.[487]
Cumhur'a göre, mevzumuz âyet, «Sizden zevceler(inl
geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkanimayarak yılına
kadar fa [delen meşin İ (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240)
âyetini nes-hetmlştir. Günkü iddet, önce bir yıldı. Sonra o hüküm neshedilerek,
dört ay on güne indirildi. Okuma sırasına göre her ne kadar mevzumuz âyet,
neshedilen âyetten önce ise de, Allah (cc) tarafından inzal buyurulduğun-da önce
neshedilen âyet, daha sonra da neshedici ayet gelmiştir. Çünkü Kur'an'ın bu
tertibi, nüzul sırasına göre değil, Resuiuliah (sav)'ın emri ile. sıralanan
şekildir, öyleyse (mevzumuz) âyetin, kendisinden altı âyet sonra gelen 240.
âyeti neshetmesi doğrudur. Bazı alimlere göre de 240. âyetin hükmü
neshedilmemiş, yalnız ihtiva ettiği bir yıllık iddet süresi, 234. âyetle
noksanlaştırılarak dört ay on güne indirilmiştir. Yolcu bir kimsenin
namazlarının dörtten tki'ye indirilişi, nesh değil, noksanlaştırma olduğu veya
müddetleri bakımından iki âyetin ihtiva ettiği hükümlerin biri diğerini nesh
değil, hükmünü bir yıldan noksanlaştırarak dört ay on güne indirdiği gibi. Buna
nesh değil, hafifletme denir.
Kurtubî'ye göre, bu görüş açık bir yanılgıdır.
Çünkü iddetin bir yıldan dört ay on güne indirilişi nesh'tir. Yolcunun,
yolculukta kıldığı iki rekat namazın buna benzer tarafı yoktur. Bunlar
birbirleriyle kıyaslanmazlar. Zira namaz yolcu için dört rekattan iki rekata
kısaltılmış değil, yolcu için zaten farz olan iki rekattır. [488]
Kocası ölen hamile bir kadının İddet müddeti,
doğumuyla sona erer. Çünkü Allah (cc), «...Yüklü kadınların İddetleri ise,
yüklerini vaz' etmeleri ile (biter)...» (Talâk: 4) buyurmuştur. Kİ bu âyet,
«İçinizden Ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine 4 ay 10
(gün) beklesinler...»
âyetindeki umumi ifadeden, hamile kadınlar ite
ilgili hükmü, istisna etmiştir. Bu da cumhur'un görüşüdür. Hz. Ali (ra) ve Hz.
İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre hamile kadın, en uzun iddeti
bekler. Yani kocası Öldüğü zaman hamile olan kadın, henüz dört ay on günü
tamamlamadan doğum yapsa dahi, dört ay on günü beklemek zorundadır veya 4 ay on
günü doldurduğu halde henüz doğum yapmayan kadının, doğumu beklemesi
mecburidir. Bu surette en uzun süreyi beklediğinden iddet hakkında nazil olan
her iki âyetinde hükümünü yerine getirmiş otur. Kadın, «Doğumla iddetlm
bitmiştir. Âyet böyle söylüyor» derse, kocası ölen kadınların dört ay on gün
İddet beklemelerini emreden âyetin hükmü ile amel etmemiş
olur.
Kadının her iki âyetin emirleriyle amel etmesi,
birini tercih etmesinden daha iyidir.
Kürtubî bu hususta, «Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i
Abbas (ra)'in görüşü Resulullah (sav)'ın sahih hadisi -cumhurun delillerinde
anılacaktır- olmasaydı, güzel bir görüştü» der.
Cumhurun delilleri:
«Kocası ölen hamile bir kadının iddet süresi,
doğumu ile sona erer» görüşlerini Kur'an ve hadisten getirdikleri delillerle
isbat ederler.
A. Kur'an'dan delili: «...Yüktü kadınların
İddetleri ise, yüklsrlnj vaz etmeleri İle (biter)...» (Talâk: 4} âyetidir. Umumi
bir hükmü ifade eden âyet, kocası ölen hamile kadın veya kocası tarafından
boşanan hamile kadını da kapsar.
B. Hadisten delili:
«Bedir savaşma iştirak eden Saad İbn-i Halet
(ra)'tn Sübeyat ei-Es-lemiyye (r.anha) isimli bir hanımı vardı. Hamile İdi. Veda
Haccında İken kocası vefat etti. Kocasının ölümünden hemen sonra doğum yaptı.
Lohu-salıktan temizlendikten sonra güzel elbiseler giyindiğini gören Ebu
Senâ-bll bin Bağlebek O'na, «Seni çok süslenmiş görüyorum. Evlenmek* mi
isti-
yorsunuz? 4 ay 10 günü dolduruncaya kadar
evlenemezsiniz» dedi. Kadın, durumu Resulullah (sav)'a anlattı. O, «Evlenmek
istiyorsanız evlenebilirsiniz» buyurdu.» [489] hadisinde, Resulullah (sav)'ın «Evlenmek istiyorsanız evlenebilirsiniz»
buyruğundan, hamile bir kadının iddet süresinin, doğumla sona ereceği anlaşılır.
Bunun sayılı bir günü ve zamanı yoktur.
İbn-i Abdülber, İbn-i Abbas (ra)'ın naklettiği
hadisi gördükten sonra, görüşünden dönerek, hamile bir kadının doğumla iddetinin
sona ereceğini kabul etmiş ve bu husustaki tüm fetvalarını bu hadisin
muhtevasına göre vermiştir. Zaten bütün İlim adamlarının görüşü de bu
doğrultudadır. [490]
Kurtubî, bununla ilgili olarak şöyle demektedir:
«İbn-i Abbas (raj'ın naklettiği hadis ile, «...Yüklü kadınların iddetleri ise,
yüklerini vaz' etmeleri İle (biter)...» (Talâk: 4) âyeti, umumi olarak
kocasından boşanan ve kocası ölen kadınların İddet hükümlerini ihtiva eder.
Âyette, dört ay on gün olarak îesbit edilen İddet süresi, kocası ölüpte hamile
olmayan kadınlara mahsustur.» Kurtubî'nin bu görüşlerini, İbn-i Mesud (ra)'un
görüşü takviye eder. Günkü kocaları ölen hamile kadınların iddet süreleri,
hususunda nazil olan âyet, kocaları Ölen kadınların iddet süreleri hususunda
nazil otan âyetten daha sonra nazil olmuştur. [491]
İslâm, kocası ölen hamile kadının doğuma kadar,
hamile olmayan kadının ise, dört ay on gün tahdid yapmasını farz kılmıştır.
Yalnız bir kadının kocası değil, bir yakını vefat ederse, üç gün tahdid yapması
lazımdır. Üç günden fazla yaparsa, haramdır. Günkü Buharı ve Müslim'de olan:
«Ben (Zeynep binti Ümmü Selemete), Resulullah (sovj'ın zevcesi Ümmü Habibete
(ra)'ye, babası Ebu Süfyan (ra)'ın ölümünden üç gün sonra taziye için gittim.
Cariyesinden istediği kokuyu süründükten sonra, «Allah {ccj'a yemin ederim ki,
güzel koku sürmeyi şu anda hiç arzulamıyordum. Fakat Resuiultah (sav)'tan
İşittim ki «Allah'a ve ahiret gününe İnanan yakın akrabası ölen bir kadının, üç
günden sonra koku sürmemesi ve güzel elbise giymemesi haramdır» buyurdu» hadisi
bunu teyid eder.
İhdâd, süslenmeyi, koku sürmeyi, ellere kına
yakmayı terketme, yani kocası öten bir kadının bunlarla beraber gelecekte
muhtemelen evlenebiİeceği erkeklerden de kaçınması anlamındadır. Kocası ölen bir
kadına, dört ay on günlük bir süre içersinde bunları terketmesini, yalnız
kocasının, kendisi üzerindeki büyük hakkından ötürü Allah (cc), farz
kılmıştır.
Şüphesiz evlilik bağı, en kutsal bir bağdır.
Kadının ne islâmi, ne de ahlaki bakımdan, kocasının kendj üzerindeki hakkı ile
evlilik bağını unutması, hiç te doğru değildir. Cahiliyet devrinde kadın, ölen
kocası için bir sene koku sürmeyi, güzet elbise giymeyi ve kına yakmayı
terkederdi. İslâm ise, bir senelik tahdidi neshederek, dört ay on gün beklemeyi
farz kılmıştır.
Resulullah (sav)'m zevcelerinden Ümmü Seleme
(ra)'den varit olan rivayete göre; bir kadın gelerek; «Ya Resulullah (sav),
kızımın kocası öldü. O'nun ise gözleri hastadır. Gözlerine sürme çekebilir
miyim?» deyince Resulullah (sav), «Hayır, hayır, dört ay on gün bekledikten
sonra dediğinizi yapabilirsiniz. Siz cahiliyet devrinde bir sene bekliyordunuz
da, şimdi dört ay on gün bekliyemiyor musunuz?» [492] buyurdu.
Zeynep binti Ümmü Selemete (ra) şöyle rivayet
ediyor,; «Cahiliyet devrinde kocası ölen bir kadın, küçük karanlık bir odaya
kapanarak, en kötü bir elbiseyi giyer, hatta bir sene hiç yıkanmadan beklerdi.
Bir senelik süreden sonra kendisine verilen davar ve keçi dışkısını atardı.
Bundan maksat da, çileli ve çirkin bir vaziyette kocası için geçirilen bir
yıllık sürenin, dışkı kadar kıymetinin olmadığım göstermek idi.» [493]
Bazı alimler, «...İşte bu müddet* bitirdikleri
zaman artık onların kendileri hakkında meşru veçhile yaptıkları şeyden dolayı
size günah yoktur»
âyetinden, kadının tahdidle iddet beklemesini
anlamışlardır, Bu ince ve güzel bir anlayıştır. Diğer bazı alimlere göre de,
ihdâd'tan maksat, güzel koku sürmemek, süstü elbise giymemek ve kına yakmamak
değil, özellikle evlenmemektir. Yalnız bu görüş, çok
zayıftır.
İbn-i Kesir'e göre ihdâd'dan murat, güzel kokuyu
terketmek, tezyi-natlı elbise giymemek ve mücevherat takmamaktır. Bu ihdâd,
kocası ölen kadın için farzdır. Talak-ı rtc'i ile kocasından ayrılan bir
kadının, iddet süresinde bunları terketmesj farz değildir. Talak yoluyla
kocasından tamamen ayrılan bir kadının, koku sürmesi, güzel elbise giymesi ve
mücevherat takıp takmaması hususunda iki görüş vardır. Sahih olan görüş şudur:
Kocası ölen kadının, iddet müddetindeki gibi, talak yoluyla kocasından tamamen
ayrılan kadının da mücevherat takmayı, koku sürmeyi ve güzel elbise giymeyi
terketmes! farz değildir. Terketme hali, ancak kocası ölen kadınlara
mahsustur.
Kocası ölen yaşı küçük, adetten kesilmiş, hür ve
cariye kadından hangisi olursa olsun zineti, kokuyu ve güzel elbiseyi
terketmesi farzdır. Çünkü âyet, umumu ifade etmektedir.[494]
Alimler, kadının iddet beklemesinin hikmeti
hususunda, bir cok neden Jer saymışlardır. Bunları kısaca aşağıya
alıyoruz,
1. Kadının hamile otup olmadığının bilinmesidir.
Bu da, nesep karışıklığı olmaması içindir. Çünkü kocası ölen bir kadına iddet
beklemek farz olmasa da, kadın hemen evlense, hamile kaldığı takdirde doğuracağı
çocuğun babasının hangi kocası olduğu bilinmezdi. Bu bilgisizlik, çocuğa karşı
bir ilgisizlik meydana getireceğinden, islâmın emrettiği kurallar çerçevesinde
yavrunun yetiştirilemeyeceğl, herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Tüm bu
ihtimallere karşı islâm, kadının iddet beklemesini
emretmiştir.
2. Allah (cc), yalnız mü'min kadınların iddet
beklemesini emretmiştir. Bu emre uymak ibâdettir.
3. Kadınların, ölen kocalarına acıdıklarını ve
aile hayatlarının unutulmaz bir yaşantı olduğunun bilinmesi
içindir.
4. Talak-ı ric'î ile ayrılan kadınlar, müracaat
yoluyla eski kocalarına tekrar dönebllme ve kocalarında bu sürede, hanımlarına
tekrar ricat etme veya tamamen ayrılma fırsatı verilmesi
içindir.
5. NİJcahın büyüklüğünü ve onun için uzun
bir süre beklenmesinin lazım geldiğini, insanların idrak, etmesi içindir.
İddet olmasaydı, kadınların evlenip ayrılmaları çocuk oyuncağına
benzerdi.[495]
Altah (cc), aile şerefinin korunması, dağılmaması
ve nesebin karışmaması İçin mü'min kadına iddet beklemeyi farz kılmıştır. Kocası ölen kadınlara Iddetle birlikte, aile
hayatına saygı duyulması, evliliğin çok faziletli ve güzel bir şey olduğunun
açıklanması için Allah (cc), zînet tak--fmamayı,ve koku sürmemeyi
emretmiştir.
Halbuki cohiliyet devrinde Iddet bir sene olduğu
gibi kadın, en çirkin bir elbiseyle, en karanlık bir odada oturur, zlnetf ve
kokuyu terkederek yıkanmaz, suya elini sürmez, tırnaklarını kesmez ve saçlarını
da taramaz-dı. Bu çileli bir yılı bitirdikten sonra en kötü bir koku ve
elbiseyle ortaya ;i çıkar, kendfsine verilen koyun veya deve dışkısını, bir
köpeğe atardı. Maksat da, ölen kocasının hakkının çok büyük olduğunu sözüyle
değil, yaşantısıyla göstermekti.
İslâm, cahiliyet devrindeki bu çirkin durumu
düzelterek kadının, yalnız güzel koku sürme ve güzel elbise giymeyi terketmesini
istemiş, iddet süresinin çirkin ve pis bir şekilde değil, intizamlı ve düzenli
bir şeklide geçirilmesini emretmiştir. Çünkü temizlik, islâmın şfarındandir.
Kadınlar bu iddet süresini, dilediği evde geçirebileceği gibi yakınları yanında
da geçirebilir. Hatta kadınlar arasındaki toplantı günlerine dahi
katılabilirler.
Bugünkü kadınlar, islâmın bir çok emirlerine
uymadıkları, özellikle şeriatın yasak ettiği fahiş bir sesle ağlama, bağırma,
yeme, İçme ve giyinmeyi dahi terkediyorlar. Bunlar yalnız kocalarının ölümünde
değil, baba, kardeş ve çocuklarının ölümlerinde de bunu yapıyorlar. Hatta bir
çok kadınlar, kocalarının ölümlerinden hemen sonra güzel elbise giyme, koku
sürünme ve yabancı erkeklerle konuşacak kadar kendilerinde cesaret buluyorlar.
Halbuki bu hususta en iyisi cahiliyet adetlerini değil, islâmın emrettiğini
yapmaktır. Günkü islâm, söz İle değil, öz ile. her haliyle bir yaşama
nizamıdır.[496]
235 — (Vefat İddetini bekleyen) kadınları nikahla
isteyeceğinizi çıtlatmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde
saklamanızda sizin ü-zerinfce bir vebal yoktur, Allah bilmiştir ki, siz onları
mutlaka hatırlayacaksınız. Ancak kendileriyle gizlice vaadleşmeyin. (Çıtlatmak suretinde) meşru bir söz
söylemeniz ise başka. (Farz olan iddet sonunu), buluncaya kadar da nikah bağını
bağlamaya azmetmeyin. Ve bİİİnki Allah kalblerl-nlzde olanı muhakkak biliyor.
Artık ondan sakının ve yine bilin ki, şüphesiz Allah çok yarlığayıcıdır, gerçek
hilim sahibidir (cezada acele edici değildir).
236 — Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut
kendilerine bir mehir tayin eylemediğtnİz kadınları boşamışsanız (burda)
üzerinize vebal yoktur. Onlar -zengin olan(ınız) kudretlnce, darda buluna(nınız)
da halince (olmak üzere- maruf bir fa ide ile faidelendirinlz. Bu iyilik etme
şiarında bulunanların üzerine bir borçtur.
237 — Eğer siz onları kendilerine temas etmeden
önce boş ar (fakat daha önceden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o
halde tayin ettiğiniz (o mehrrpn yansı onlarındır. Meğer ki kendileri vazgeçmiş
olsunlar, yahut nikah düğümü ellerinde bulunan kimse bağış yapmış olsun. (Ey
erkekler) sîzin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü
unutmayın. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla
görücüdür.
(Arredtüm): Arredtüm kelimesi, tariz kökünden
türemiştir. Bir şeyi açıklıkla değil, imâ yoluyla söylemek manasınadır.
(Hıtbetinnisâi): He'nin esresiyle okunduğu zoman
hi.tbe, bir kadını nikahlomayı talep etmek anlamındadır.
(Eknentüm): Setretme yani örtme
manasınadır.
(La
tüvaMuhünne sırren): Burada sırdan maksat nikahtır.
Çünkü nikah. Karı-koca arasında gizli yapılır. Âyetteki bu cümlenin anlamı
şudur: İddet bekleyen kadınlarla evlenme isteğiniz) açıkça değil, üstü kapalı
olarak söyleyebilirsiniz.
(Ukdetennikâhı):Ukde
kelimesi, düğüm anlamındadır.
Nikah kıyımında, kart-koca arastnda icab ve kabul yoluyla yapılan anlaşmaya
akit denir. Düğüm, bir şeyin yapılmaması için olduğu ka dar, nikahta karı-kocayı
birbirine bağlamak için de kullanılır.
(Ecelehü): Ecel, yazılı olan bir şeyin sonu
manasınadır. Buradaki anlamı şudur: Allah (cc)'m kadına farz kıldığı iddet
müddeti
(Fahzerûhü): Allah (cc)'ın azabından korkunuz ve
emrine muhalefet etmeyiniz.
(Haiîmün): «Allah (cc), vereceği azabı erteler» anlamındadır.
(El-Mûsıı): Genişlikte olan, İstediğini istediği
zaman yapabilen kimse demektir. İlim lisanında, zengin kişiye musiğ denilmesi;
her istediğini, istediği zaman
yapabildiği içindir.
(El-Muktiri): Sıkıntı ve darlıkta olmak
manasındadır. Daracık bir yere sıkışan insanın hiç bir şey yapamadığı gibi,
fakir bir İnsanda dar bir yere sıkışmış gibi bir şey yapamaz. Bunun için Kur'an
lisanında fakire «muktir» denilmiştir.
(Temessuhünne):Mess, bir
şeyi elle tutmak
anlamındadır.
(Feridaten): Fariza, aslında Allah (cc)'in
kullarına farzettiği emirlerdir. Burada fariza'dan maksat, evlenen kadının
meh-ridir. Çünkü O da Allah (ccj'ın emriyle farz
kılınmıştır.
(Yoöfûna); Âyetteki anlamı, vazgeçer
manasınadır.[497]
Allah (cc), ıcmâlen şöyle buyuruyor: «Allah (cc),
kocaları öldükten sonra iddet bekleyen kadınlarla, erkeklerin evlenme arzusu
hususunda, hükmünü beyan ederek,.«Ey erkekler, iddet bekleyen bir kadınla
evlenme arzusunda bulunmanızda bir günah ve vebal yoktur. Yalnız evlenme
arzusunu İddet bekleyen kadınlara bildirmeniz açıktan açığa değil, çıtlatma
ile'olur. Çünkü evlenme arzusunu gizleyen kişiyi Allah (cc}, muaheze etmez,
hakkıyla bilicidir. Evlenme arzusu, fahiş ve terbiyesizce bir kelimenin olmaması
şartıyla yapılırsa, doğrudur. Kadınların iddetleri doluncaya kadar, onlarla
nikah akdi yapmayınız. Şüphesiz Allah (ccj, gizli hallerinize muttali olduğu
gibi, hesabını do soracaktır.
Daha sonra Allah (cc), men ir konuşulmadan yapılan
nikah akdinden sonra erkeğin cinsi münasebette bulunmadan kadını boşaması
hükmünü açtklar. Böyle bir kadının ayrılmasının günah olmadığını bildiren hükmü
beyan etmesindeki hikmet, böyle bir kadını boşamakta hiçbir mahzur olmadığını
açıklamaktır* Bu tür ayrılan kadınlara verilen emsal mehrin yarısı ile
gönüllerinin hoşedllmesini Allah (cc) emretmiştir. Erkeğin, ayırdığı kadına para
vermesi, ayrılmadan doğan üzüntüyü atması ve ayırma olayının bizzat erkek
tarafından yapıldığının halk arasında bilinmesi içindir.
Bir miktar mehrin konuşulup nikah akdinin
yapılmasından sonra, cinsi münasebette bulunmadan, erkeğin, kadını boşaması
halinde, konuşulan mehrin yarısının kadına verilmesi farzdır. Ancak kadın veya
velisi olan babasının hakkından vazgeçmesinde bir günah
yoktur.
Allah |cc), kadınların boşanmasından sonra onlara
İyilik yapılmasının unutulmamasını emretmiştir. Çünkü talak, her ne kadar zaruri
bir sebepten dolayı olmuşsa da, bunun dünürlerle, insani bağların kesilmesine
sebep olmaması lazımdır.[498]
Hâzin tefsirinde: «Kendileriyle tema* etmediğiniz,
yahut kendilerine bir men İr tayin eylenıedl&lniz kadınları boscrmssamz
(bunda) üzerinize vebal yoktur» âyeti, Ensarlı bir kimsenin, hanımını boşaması
üzerine nazil olmuştur. Çünkü o. Beni Han I f ete kabilesinden bir kadınla hiç
mehir konuşmadan evlenmişti. Sonra bu kadınla cinsi münasebette bulunmadan boşa
m iş ti. İşte bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. Resululloh (sav), o adama, «Boşadığınız kadının gönlünü hoş etmeniz için. ona biraz mal ve
para veriniz» buyurdu» [499] denir.[500]
Birinci
incelik: Kur'an, İddet bekleyen kadına, çıtlatma yoluyla
talip olmayı mubah kılmıştır. Çıtlatma şöyle olabilir: Erkek, kadına, «Cok
güzelsiniz, iyi bir ev kadınısınız, bir çok kimse sizinle evlenmek ister» gibi
sözlerle hitap edebilir. Erkek, kadına kendi vasıflarını anlatmak suretiyle de
bu olabilir.
İbn-i Mübarek. Abdurrahman bin Süleyman'dan, O'da
teyzesi Sükey-nete binti Hanzele'den şöyle rivayet eder: «Kocamın vefat iddetini
beklerken, yanıma Ebu Cafer Muhammed bin Ali gelerek, «Resulullah (sav)'a
yakınlığımı, Hz. Ali (ra)'nin torunu olduğumu ve İslâmdakj yerimi biliyorsunuz»
dedi. O'na, «İddette olduğumu bildiğiniz halde benimle evlenmek mi istiyorsunuz?
İddet süresinde evlenmenin haram olduğunu ve Allah (cc)'ın seni muaheze
edeceğini bilmiyormusunuz?» dedim. O. «Ben öyle bir şey söylemedim. Yalnız
İslama ve Resulullah (sav)'a yakınlığımı ifade ettim. Bİlmiyormusunuz ki,
Resulullah (sav), kocası Ebu Seleme'nin vefatı üzerine İddet bekleyen, Ümmü
Seleme (raj'nfn yanma giderek Allah (cc} yanındaki yerini anlatmıştı. O'nun bu
anlatışı, eğer evlenmek talebi olsaydı, onu yapmazdı» dedi.» [501] Bu hadis ve hadiseden anlaşılıyor ki. iddet bekleyen bir kadına dvlenme
teklifinde bulunmak haram, evlenme arzusunu çıtlatmak ise
mubahtır.
İkinci
İncelik: Zemahşerİ; ««...Ancak kendileriyle gizlice
vaadleşme-yin...» âyetinde, «gizlice» kelimesinden maksat, cinsi münasebettir.
Yalnız cinsi münasebet denilmeyîp, kinaye bir ifade ile «gizlice» denilmiştir.
Çünkü o iş, mutlaka gizli yapılır. Sonra Aliah (cc)'ın «cinsi münasebet» yerine
«nikoh» tabirini kutlanması o işin, sahih bir nikahla yapıldığında meşru olacağı
içindir.n [502] demektedir.
Üçüncü
incelik: «...Nikoh bağını bağlamaya azmet (meyin...»
âyetinde «azim» kelimesinin anılması, iddet halindeki kadının bilfiil nikah
yapmaktan şiddetle kaçınmasına delalet eder. Çünkü bir şeyi yapmaya azmetmek.
onu yapmaktan öncedir. Allah (cc)'m nikah akdi azmini yasaklamasından, akdinde
kesinlikle yasak olduğunu görürüz,
Dördüncü
incelik: «Kendileriyle' temas etmediğiniz...» âyetinde,
«cinsi münasebet» yerine, «temas etmeme* tabirinin kullanılması, Kur'an
üs-lubundaki edebi gösterir.
Ebu Müslim bu hususta; «Allah {cc)'ın «cinsi
münasebet» yerine «temas etmeme» tabirini kullanmasından kastı, kulların
aralarındaki konuşmalarda edebli olmaları lazım geldiğini göstermek içindir»
[503] diyor.
Beşinci
İncelik: «Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır.
Aranızdaki üstünlüğü unutmayın...» âyetinde hitap, kadın ve erkeğin her ikisine
birdendir. Yalnız erkeklere değildir, imam Fahreddin er-Râzî, «Kadınlar ve
erkekler arasında müşterek hükmü ifade eden âyet ve hadîslerde hitap, yalnız
erkekleredir. Çünkü asıl olan, erkeklerdir» [504] der.
Altıncı
İncelik: Mehir konuşmaksızın akdedilen nikahtan sonra
cinsi münasebete bulunmadan ayrılan kadına, erkeğin bir miktar mal verme-sindekl
hikmet, kadını malla taltif etme, haysiyet ve şerefinin rencide edilmemesi İçin
boşamanın kadın tarafından değil, yalnız erkek tarafından yapıldığını herkesin
bil m es j içindir.
ibn-i Abbas (ra)'a göre, kadını boşayan erkek,
zenginse, ayırdığı kadına bir cariye, fakir ise üç adet elbise
vermelidir.
Yedinci
incelik: Hasan bin Ali (ra)'nin boşadığı bir kadına
taltif olarak on bin dirhem para verdiği rivayet edilir. Hz. Hasan (ra)'nın
hanımını boşama nedenini tarihçiler şu şekilde aktarırlar: Aişe el-Has'amiyye
(ra), Hz. Hasan (ra)'ın zevcesi idi. Hz. Ali (ra)'nın şahadetinden sonra Hz.
Hasan (ra)'a biat edildiğinde hanımı O'na, «Hilafet seni zayıflatır» dedi.
Bunun üzerine Hz. Hasan (ra), «Babam şehit edildi, diye sevincini mi
açıklıyorsun? Git, benden üç talak ile boşsun» dedi. Kadın, iddeti bitinceye
kadar bir odaya çekildi. Hz. Hasan (ra) nikah akdi sırasında borçlu kaldığı
meblağ ile on bin dirhem parayt boşadığı hanımına gönderdi. Parayı alan kadın,
«Sevgilimden ayrılma karşılığı gönderilen bu para azdır» diyerek ağlamaya
başladı. Kadının bu hali elçi vasıtasıyla Hz. Hasan (ra)'a bildirilince, «Eğer
onu üç talakla ayırmasaydım, ricat ederek tekrar alırdım» dedi.»[505]
İddet bekleyen kadınlara üç türlü evlenme isteğinde
bulunulabilir.
1. Çıtlatma
veya açıktan isteme: Bu tür evlenme isteğinde bulunulan
kadın, hiçbir erkeğin nikahında olmayan ve iddette bulunmayan kadındır. Böyle
bir kadınla nikah akdi yapmak veya nikah talebinde bulunmak caizdir. Yalnız dul
veya bakire bir kadına, bir şahsın evienme isteğinde bulunması halinde, müsbet
veya menfi bir cevap alıncaya kadar ikinci bir erkeğin, aynı kadına evlenme
teklifinde bulunması dinen yasaktır. Çünkü Resulullah (sav); «Hiç kimse,
müslüman kardeşinin evlenme isteğinde bulunduğu kadından müsbet veya menfi bir
cevap alıncaya kadar, evlenme talebinde bulunmasın» [506] buyurmuştur.
2. Doğrudaı
doğruya ve çıtlatma: Bu çeşit evlenme talebinin, evli
bir kadına yapılması, caiz değildir. Çünkü'bu tür evlenme teklifi, kadının
evlilik hayatını yıkacağından haramdır.
Talak-ı Ric'i ile kocasından ayrılan bir kadına,
evlenmek arzusunun doğrudan değil, ima yoluyla bildirilmesi de caiz değildir.
Çünkü kadın her ne kadar kocasından Talak-ı Ric'î ile ayrılmışsa da yine evli
kadın hükmündedir. Kocası, iddet süresinde ricat ederek ona
dönebilir.
3. Çıtlatma
ve imâ yoluyla: Bu şeklide evlenme arzusu, kocası ölen veya üc talakla tamamen ayrılan
kadınların iddet süreleri içinde yapılır. Çünkü Allah, «(Vefat iddetini
bekleyen) kadınları nikahla İsteyeceğinizi çıtlatmanızda... bir vebal
yoktur...» âyetiyle bunu be/an etmiştir.
Yukarıda vasıfları açıklanan kadınlarla evlenme
arzusunda bulunmanın haram olması ise, âyetin mefhumundan bilinmektedir Çunku
Allah (cc)'ın «Çıtlatmanızda bir vebal yoktur» emrinden, evlenme talebinin
açıktan yapılmasının haram olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, İmam Şafiî
(ra)'nin görüşüne göredir.[507]
İddet süresinde kadının nikah akdi yapmasını haram
kılan Allah (cc) kocası ölen veya üc talakla ayrıian kadınlara, iddet
müddetlerinin bitirümesini farz kılmıştır. Çünkü Allah (cc),: (Farz olan Iddet)
sonunu buluncaya kadar da nikah bağını bağlamayı azmetmeyin...» buyurmuştur.
Âyet-[ ten anlaşılıyor ki, iddet bekleyen bir kadına, nikah akdi değil, nikaha
azmetme dahi haramdır.
Bütün alimler kidet bekleyen kadına yapılan nikah
akdinin, fasit olduğuna kesinlikle hükmederek İttifak etmişlerdir. İddet
müddetinde yapılan bir nikah akdi ile cinsi münasebette bulunulsa dahi nikah
feshedilir. Bu kadın ve erkeğin tekrar evlenmeleri İmam Malik ve İmam Ahmed bin
Hanbel'e göre, ebediyyen haramdır, yani evlenemezler. Çünkü o akit, helal olacak
bir şeyi, haram kılmıştır. Babasını öldüren kimsenin, baba mirasından mahrum
kalışı gibi, bu kadınla erkeğin, tekrar evlenmeleri de ebediyyen haramdır. Hz.
Ömer (ra), iddet süresinde evlenen kadın ve erkeğin birbirlerine ebediyyen
haram olduğuna dafr hüküm vermiştir, İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel
(ra) de onun bu hükmüne dayanarak ebediyyen birbirlerine haram olduklarına
hükmetmişlerdir.
İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafiî (ra)'de,
iddet süresinde akdedilen nikahın feshedilmesine hükmetmişlerdir- Çünkü Allah
(cc)'ın; «(Farz olan iddet) sonunu buluncaya kadar da nikah bağını bağlamaya
azmetmeyin...» âyeti, açıkça buna delalet eder. Fasit nikahla evlendiği erkekle,
cinsi münasebette bulunan bir ködının İddet başlangıcı, eski iddetinin
başlangıcı değil, nikahın feshedilme tarihinden itibaren ki müddettir. Bu
şekilde iddetlnf tamamlayan bir kadın, başka erkeklerle evlenebileceği gibi,
fasit nikahla evlendiği erkekle de evlenebilir. Aslında fasit nikahla değil,
doğrudan doğruya kadınla İddetİ dolduktan sonra evlenmek, helaldir. Bir şeyin
helal oluşu da Kur'an, hadis ve Icma İle tesbit edilir. Bu mesele de âyet, hadis
ve icmâ'dan bir delil yoktur.
Zinanın hükmü ve günahı, iddet süresinde akdedilen
nikahtan büyük olduğu halde, kişinin zina yaptığı kadınla daha sonra evlenmesi
haram olmadığı gibi, fasit nikahla evlenen bir kadının, nikah feshinden itibaren
iddet bitiminde, aynı erkekle evlenmesi de haram değildir. Hz. Ömer (ra)'ln,
nikahları birbirine ebediyyen horam olanlar hususundaki hükmü, her ne-kadar
doğru İse de daha sonra bu hükmünden döndüğü kesinlikle tesbit edilmiştir. Hz.
Ömer (ra)'in iddet süresinde evlenenlerin nikahlarının feshine ve birbirleriyle
ebediyyen evlenemeyeceklerine dair hüküm verdiği olayı, aynen aşağıya
alıyoruz:
Ibn-i Mübarek, senediyle Mesruk'tan şöyle rivayet
eder: «İddet müddeti dolmayan Kureyşll bir kadın, Arapların Sakif kabilesinden
bir erkekle evlendi. Haber Haz. Ömer (ra)'e ulaşınca, her ikisini getirterek
nikahlarını feshetti. Her ikisine de işkence yaptırarak ebediyyen
evlenemeyeceklerine hükmetti ve kadının nikah mehrini de Beytü'l Mal'den
verdirdi. Hz. Ömer (ra)'in bu uygulaması halk arasında yayıldığı zaman, Hz. Ali
(ra): «Allah (cc) müminlerin emlrlni bağışlasın. Beytü'l Malden hiç mehir
verilir mi? O kadınla erkek cahilce bir iş yapmışlardır. Uygun olan hareket,
onların yaptığını Resulullah (sav)'ın sünnetiyle reddetmektir» deyince,
kendisine, «Sîz olsaydınız nasıl hükmederdiniz?» diye soruldu. O'da: Kadının
erkekten mehrini alması lazımdır. İşkence yapmadan birbirinden ayırmak
gerekir. Kadının iddeti dolduktan sonra erkek isterse, sahih bir nikahla
yeniden evlenebilir» dedi. Hz. Ali (ra)'nin bu husustaki fetva ve hükmü Hz.
Ömer (ra)'e ulaşınca, «Siz, bilmeyerek yaptığımız şeyleri, Resulullah (sav)'-ın
sünneti İte düzelttiniz» buyurdu.» [508] Hz. Ömer {ra)'in bu ifadesinden, «ebediyyen birbirleriyle evlenemezler»
hükmünden döndüğü anlaşılmaktadır.[509]
Tajpk âyetleri, boşanan kadınların hükümlerini
beyan ederken, nevilerini de izah etmektedir.
1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve
cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadın.
2. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilmeyen
ve cinsi rr.ünasebet-te bulunulmadan boşanan kadın.
3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi
münasebette bulunulmak-sızın boşanan
kadın.
4. Nikah akdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi
münasebette- bulunulan boşanmış kadın.
1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve
cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadının hükmünü; Allah (cc), «Boşanmış
kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler
(beklesinler)»
(Bakara: 228) âyetiyle beyan etmiştir. Erkek,
kadını boşadığı takdirde, meh-rlnden hiç bir şey alamaz. Çünkü Allah (cc),
«...(Ey zevçler) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrl, geri) almanız
size helal olmaz...» (Bakara: 229) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan şudur: Erkek,
birlikte hayat sürdüğü hanımım zaruret gereği veya kendj arzusuyla boşadığı
takdirde, nikah akdi sırasında verdiği mehri ve yaptığı masrafları alması
haramdır. Hatta erkeğin nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin verilmeyen
kısmını, hanımını boşadığı zaman ödemesi farzdır.
2. Nikah akdi sırasında bir mehlr tayin edilmeyen
ve clnst münasebette bulunulmadan boşanan kadının hükmünü; Allah (cc),
(mavzumuz) âyette beyan etmiştir. Bu tür bir kadının boşanması halinde,
kocasının mehir vermesi gerekmez. Yalnız kadını bilinen bir şekilde
menfaatlendir-mek (bir miktar para vermek) daha iyidir. Çünkü Allah (cc),
«Kendileriyle temas etmediğiniz (cinsi münasebette bulunmadığınız), yahut
kendilerine bir mehir tayin eylemedlğintz kadınları boşamışsanız (bunda)
üzerinize bir vebal yoktur. Onları -Zengin olan(ınız) kudretince, darda
bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faide İle faidelendiriniz...»
buyurmuştur. Bu âyet, erkeğe, kadını boşadıktan sonra gönlünü almak için bir
miktar para veya mal vermesini tavsiye ediyor. Bu ise
sünnettir.
İslâm alimlerinin ittifakına göre, bu tür kadınlara
mehir verilmediği gibi, iddet beklemelerine de lüzum yoktur. Çünkü Allah (cc),
«Ey iman edenler, mü'min kadınları nîkahlayipta, sonra kendilerine dokunmadan
(cinsi münasebette bulunmadan) onları boşodığınız zaman sizin İçin üzerlerine
sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.
3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi
münasebette bulunmadan boşanan kadının hükmünü; (Allah (cc}, «Eğer siz onları
kendilerine temas etmeden (cinsi münasebette bulunmadan) önce boşar, (fakat daha
evvelden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiğiniz (o
mehrjin yarısı onlarındır...» (Bakara: 237) âyetiyle beyan etmiştir. Kendisiyle
cinsi münasebette bulunulmayan
kadının, kocası için
bekleyeceği bir İddet süresi yoktur. Yalnız erkeğin, nikah akdi
sırasında tayin edilen mehrin yarısını, boşadığı kadına vermesi
farzdır.
4. Nikah ckdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi
münasebette bulunularak boşanan kadınrn hükmünü, Allah (cc), «...O halde
onlardan hangisiyle faidelendiysenlz (cinsi münasebette bulunduysanız) ücretini
takdir edildiği vech İle verin...» (Nisa: 24) âyetiyle beyan etmiştir. Nikah
akdi sırasında miktarı tayin edilmeyen mehrin, boşanılan kadına verilmesi
farzdır. Mehlr miktarı, boşanılan kadının annesi, kızkardeşlerî, halaları ve
teyzelerinin nikah akidlerinde tayin edilenden aşağı olmamalıdır. Hatta imam
Fahreddin er-Râzî'ye göre, bu tür kadınlara ödenecek mehlr meblağı, Allah (cc)
tarafından farz kılınmasaydı dahi kıyas yoluyla ödenmesi lazımdır. Şüpheli bir
nikahla cinsi münasebette bulunan kadına, boşandıktan
veya nakının feshinden sonra, emsal kadınlara
verilen mehir miktarı kadar verilmesine icma halinde alimler hükmetmişlerdir.
Öyleyse sahih bir nikahla, mehir tayin edilmeden evlenen ve cinsi münasebette
bulunan ka-' dinin, şeriatın zaruret saydığı sebeplerden dolayı boşanması
halinde, emsaline verilen mehir miktarının, erkek tarafından kendisine
verilmesi farzdır. [510]
Allah (cc), «...Onları -zengin olan(ınız)
kudretlnce, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faSde ile
faidelendirintz» âyetiyle, nikah akdinde bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi
münasebette bulunulmayan her kadına, boşayan kocanın, faideleneceği miktarda
nakit para veya mal vermesini farz kılmıştır. Yalnız faklhler, boşanan her
kadına bir miktar para veya mal vermenin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf
etmişlerdir.
Hasan-ı Basri (ra)'ye göre, boşanan her kadına
nakit para veya mal—nikah akdinde mehrin tayini ve cinsi münasebet Önemli
değildir— verilmesi farzdır. Çünkü Allah (cc), «...Boşanan kadınlarında meşru
surette faidelenmeleri haklarıdır ki
bu, Allahtan korkanlar İçin bir vazifedir.ı (Bakara: 241} âyetinde umumi
bir ifade ile emretmiştir.
İmam Malik (ra)'e göre ise, boşanan her kadına
nakit para veya mal verilmesi farz değil, müstehaptır. Çünkü Allah (cc), «Bu Al
tahtan korkanlar İçin bir vazifedir», «Bu İyilik yapanlar İçin bir vazifedir»,
buyurmaktadır. Eğer ödenecek mehir miktarı farz olsaydı, Allah (cc) mutlak bir
ifade ile bunu buyururdu.
Cumhur (Hanefî, Şafiî ve Hanbeli)'a göre de,
boşanan her kadına nikah akdinde bir mehir tayin edilmemiş İse, nakit para veya
mal verilmesi farzdır. Eğer nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, bunun
verilmesi müstehabtır. Bu görüş, ibn-i Ömer (ra), İbn-i Abbas (ra), Ali (ra)'den
rivayet edilmiştir. Bunların toplayıcı olan delillerinin tercih edileceğini ümit
ediyorum. Allah (cc) en iyi bilendir.[511]
Boşanılan kadına yardım, ikram ve boşanmadan
duyulan üıüntünün telafisi İçin verilen mal, nakit para ve elbiseye mut'a denir.
Mut'a miktarı İse boşayan kocanın mali durumuna göre
ayarlanır.
İmam Malik (ra)'e göre, boşanılan kadına verilen
mut'a miktarı için az veya çok diye bir sınır yoktur.
İmam Şafiî (ra)'ye 9Öre İse, boşanılan kadına,
zengin olanın bir miktar malla birlikte bir cariye vermesi müstehaptir. Orta
halli bir İnsanın 30. dirhem, fakir bir kişinin de bir çarşaf vermesi lazımdır.
[512]
İmam-ı Azam Ebu Honife (ra)'ye göre de, boşanılan
bir kadına mut'a olarak, en az namazda bütün vücudunu örtecek kadar bir elbise
verilmesi lazımdır. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen İkinci bir görüşe
göre, mut'a, kocanın fakirlik ve zenginlik durumuna göre ayarlanır. Bu da
zamanın hakiminin içtihadıyla belirlenir. Bu görüş, hepsinden daha tercih-İldir.
[513] Allah (cc) en iyi bilendir.[514]
1. Kocasının vefat Iddetinİ bekleyen veya üç
talakla ayrılan bir kp-dına, İddet süresi
içinde çıtlatma yoluyla evlenme talebinde bulunmak
caizdir.
2. İddet bekleyen kadınla, nikah akdj yapmak
haramdır ve akltde fasittir.
3. Mehir tayini yapılmayan her kadına, boşanması
halinde nakit para veya mal vermek farzdır. Eğer nikah akdi sırasında mehlr
tayin edilmişse kadın boşandığında, onu menfaatlendirmek
müstehoptır.
4. Evlendiği bir kadınla cinsi münasebette
bulunmadan şeriatın zaruret kabul ettiği bir sebepten ötürü erkeğin boşanması
mubahtır.
5. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve
cfnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına, mehrin yarısının verilmesi
farzdır.[515]
Mehir tayin edilmeyen ve ctnsi münasebette
bulunulmadan boşanan kadına nakit para veya mal verilmesi
farzdır.
Nikah akdi sırasında mehir tayin edilen ve cinsi
münasebette bulunulan veya bulunulmayan kadına, nakit para veya mal verilmesi
müstehab-tır.
Bir kimsenin, evlendiği kadınla cinsi münasebette
bulunmadan boşanması halinde, nikah akdinde mehir tayin edilmişse emsal
kadınların nikah akidierinde tayin edilen mehrin yarısını vermesinin hikmeti
nedir? Şüphesiz nikah akdinden sonra cinsi münasebette bulunmadan kadının erkek
tarafından boşanılması, ona hakarettir. Halk içersinde kadın hakkında şüpheler
uyandıracağından Allah (cc), tamamen suçsuz olduğu ve boşanmanın tamamen erkek
tarafından yapıldığının bilinmesi için, mehrin yarısının verilmesini
emretmiştir. Halk içersindeki, «Filankes, filan kadından ayrıldığında şu kadar
para verdi. Eğer kötü bir kadın olsaydı veya başka bir suçu olsaydı verir
miydi?» sözleri, bir yerde boşanan kadının temizliğine, İffetine şehadettir.
Kadına verilen menfaat, yaraya sürülen merhem gibidir. Merhemin yarayı tedavi
etmesi gibi.-menfaatlendir-me de, kadının duyduğu ayrılık ızdırabını tedavi
eder.
İslâm, iffet ve namusumuzu korumayı emrettiği
kadar, müslümanla-rın haysiyet ve şereflerini de korumamızı emreder. Bunun
içindir ki çoğunlukla karı-koca arasında ayrılıklar, geçimsizlikten olur.
Ayrılma anlarında dahi iyilik yapmayı ve herkesin iyi olmasını düşünmeyi
unutmamamız lazımdır. Çünkü Allah (cc), «...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..,»
(Bakara: 237) buyurmuştur. Şüphesiz nikahla oluşan dünürlük bağları,
mukaddestir. Bir aileden birisiyle evlenene düşen, boşandığı zaman dahi, onların
haklarını ve sevgisin) unutmamaktır. Bu günkü müslümanların yaşantısı nerede?
Kur'anın emrettiği yaşama tarzı nerede? Yaşantımızla, Kur'anın emrettiği hayat
tarzının bir olması lazımken ne kadar ayrı oldukları gözler
önündedir.[516]
275 — Riba
(faiz) yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde
(kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların; «alım satım da ancak riba
gibidir» demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, ribcyı (faizi)
haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir Öğüt gel ipte
(faizden) vazgeçmezse ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de
tekrar (faize) dönerse onlar o ateşin yananıdırlar ki orada onlar (bir daha
çıkmamak üzere) ebedj kalıcıdırlar.
276 — Allah
ribanın bereketini tamamen giderir. Sadaka(sı verilen)-lerl ist arttırır. Allah
(haramı helal tanımakta ısrar eden) çok
kafir, çok günahkar hiç bir kimseyi sevmez.
277 — İman
eden, iyi iyi amel (ve hareketlerde bulunan, namazı(nı) dosdoğru kılan, bir de
zekatı(nı) veren kimselerin (evet), onların Rableri İndinde mükafatları vardır.
Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak
değillerdir.
278 — Ey
iman edenler, (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz
alınmamış olupta) kalanı bırakın (almayın).
279 — İşte
(böyle) yapmazsanız Ailaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu)
bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz,
mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne
haksızlık yapmış ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.
280 — Eğer
(borçlu) darlık İçinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar mühlet (verin).
Sadaka olarak bağışlamanız ise
sizin için daha hayırlıdır. Eğer
bilirseniz.
281 — öyle
bir günden sakının ki (hepiniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese
kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.
(Erribâ): Lügatta riba, mutlak artış manasınadır'
Şeriatta İse, para sahibinin, borçludan ana paranın dışında aldığı fazla paraya
denir,
(Yetehabbeduhû): Tehabbüd Kökünden türeyen
yetehabbedühû fiili, dengesiz vuruşa denir.
(El
messi): Lügatta messi kelimesinin asıl manası, ot
sürmektir. Âyette ise, deli anlamında kullanılmıştır.
(Mevızatün): Hayrı hatırlatma manasındadır.
(Selefe); Geçmiş demektir.
(Yemhagu): Bir şeyin azar azar tükenmesine
denir.
(Ve yürbî
essadakâti): «Allah, sadakayı arttırır ve
ürettirir.»
(Esimin):Günahtan dönmeyen ve İsrar eden kimse
anlamındadır.
(Fe'zenû
biharbin): ilan etmek manasınadır.
(Zû
usretln); Lügatta usret, fakirlik ve yoksulluk
manasınadır.
(Feneziretün): Ertelemek anlamındadır.
(Meyseretin): Zengin olmak
manasınadır.[517]
Allah (cc) icmâlen buyurur: «Ailah (cc), halkın
kanını emen faizcilerin kıyamet günü kabirlerinden, şeytan çarpmasıyla sara'ya
tutulan insanlar nasıl kalkarsa, öyle kalkacaklarını haber veriyor. Çünkü onlar
şeytanla-
rın aldatması sonucu yedikleri faiz yüzünden, adeta
deli gibi olurlar. O gündeki baygınlık halleri İse, haram olan faizi helal
bilerek yemeleri ve, «Faizde ne var? O, alış-veriş gibidir. Alış-veriş haram
değil de o, neden haram olsun?» demelerindendir.
Onların dayanmış oldukları şüpheli nokta şurasıdır:
Alış-verîşte bir takım kârlar vardır. Faiz de aynen onun gibi kâr getirmektedir.
Aslında bu boş bir şüpheden ibarettir. Ticari muamelelerde kâr olduğu kadar,
zararında bulunması muhtemeldir. Ticarette kar ve kazanca tesir eden sebepler
farklıdır. Halbuki faiz böyle değildir. Faiz de her halükarda kazanç
mevzubahistir. İşte alış-veriş ile faiz arasındaki en Önemli fark buradan
doğmaktadır. Birinin helal, diğerinin haram kılınmasına sebep olan da bu
husustur. Yalnız kazanç mevzuu bahis olan alış-verişlerin tümü de faizin
kapsamına girer ve haramdır. Çünkü kazanç mahdut ve garantilidir. Alış-veriş ile
insanların alınteri, kanı pahasına kazanılan paranın faiz olarak alınması eşit
olabilir mi?
Kim Ailah (cc)'tan gelen öğüdü dinler ve faizden
vazgeçerse, daha önce almış olduğu faizler kendisinden tekrar alınmaz. Eğer daha
önce faizcilik yaptıysa Allah (cc), onu muaheze etmez. Allah (cc)'ın faizciliği
yasakladığını bilerek yapanlar, ahirette şiddetli bir azaba duçar olacaklar ve
orada ebedi kalacaklardır. Çünkü onlar, Allah (cc)'ın keslnllkie yasakladığı
bir. şeyi helal kılmışlardır.
Muhakkak Allah (cc), faizi ve faizle uğraşan
kimselerin servetlerini eksiltir ve yok eder. Bu yokoluş, ya servetin tamamen
elden çtkması veya bereket ve huzurun kayboluşu şeklinde tezahür eder.
Tecrübeler göstermiştir ki, faizle iştigal ederek kazanılan servetler mutlaka
yok olmaktadır. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu açıkça bildirmiştir. Allah
(cc)'ta: «Deki: Murdarla temiz -murdarın çokluğu hoşunuza gitse d9- (hiçbir
2aman) bir olmaz. Onun için ey salim akıl sahipler) (murdarı İhtiyar etmek
hususunda) AHahtan korkun (temiz olun). Olur ki kurtuluşa erersiniz» (Mâide:
100) âyetinde faizin murdar olduğunu, hiçbir zaman temiz ve helal kazanılan bir
servetle ölçülemeyeceğini, faizle kazanılan malın ilk bakışta çok gibi görünse
de, mutlaka yok olacağını kesin bir İfade ile
zikretmiştir.
Zekat ve sadaka ile ortaya çıkan islâmi yardımlaşma
ve dayanışma neticesi, ferdin malı azalıyor gibi görünse de gerçekte bereketli,
sıhhati yerinde, gönlü huzurlu, zihni sükunetti olur. Bu durum nesilden neslle
bile İntikal eder.
Şüphesiz Allah (cc), küfranı nimette Dulunan
günahkarları sevmez. Allah (cc)'m haram kıldığı şeyleri helal kabul edenler için
en uygun vasıf, küfranı nimet ve günahkarlık sıfatlarıdır. Faizi helal kabul
edipte cemiyet hayatını faiz esası üzerine İkame etmek, günahkarlıktan ve
küfürden başka bir şey değildir. Çünkü iman ile küfür bir arada bulunmaz.
Netice de Allah (cc), faizle iştigal eden ve cemiyet hayatını faizli nizam
temelleri üzerine oturtanlara savaş açmıştır: «İşte (böyle) yapmazsanız Allah'a
ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tev-be
ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne
haksızlık yapmış ne da haksızlığa uğratılmış atmazsınız».
Hangi müslüman, bu âyeti duyduktan sonra faizle iş
yapabilir? Yarab-fei bizi böylesine murdar bir iş yapmaktan muhafaza eyle.
Yediğimiz murdar, pis şeyler varsa, bizi temizle! Şüphesiz duamızı işiten ve
cevap verensin.[518]
Cahiliyet devrinde Abbas (ra) ve Halid bin Velid
(ra), ortak olarak Sakjf kabilesinden bazı kişilere faizle para veriyorlardı.
«Ey iman edenler (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz
alınmamış olup ta) katanı bırakın (almayın)» âyeti nazil olduğu sırada onların
faize verilmiş büyük paralan vardı. Bunun üzerine Resulullah (sav) müminlere,
«Haberdar olunuz. Faizle para alış-veriş usulleri, cahiliyet devrinde tesis
edilmiştir. Bunu Allah (cc), yasaklamış (haram kılmış)tır. Şimdi Abbas (ra)'a
faizden gelecek (artan) parayı aldırtmayacağım. Cahiliyet devrindeki kan gütme
davası da İslömda yoktur. İslâmda ilk kaldıracağım kan davası, Rebia bin
el-Harls bin Abdulmuttalib'in kan davasıdır»
buyurdu. [519]
Birinci
incelik: (Mevzumuz) âyette, sriba yiyenleri ifadesinden
maksat, faiz almak ve tasarruf etmektir. Bu İfadenin kullanılmasındaki asıl
amaç, servetten yemek, yani harcamaktır. Çünkü servetten yemekten gaye, yemek ve
yedirmektir. Tasarruf dahi yapılsa, sonuçta yemek, harcamak İçin tasarruf
yapılır. Âyetin başlangıcında da bu tabirin kullanılması bundandır" Gasp ve
dolandırıcılık yoluyla halkın parasını, tasarrufuna geçiren kimseye de, «halkın
parasını yedi» denir.
İkinci
incelik: Allah (cc), faizcileri, cin ve şeytanlar
tarafından çarpılan insanlara benzetir. Bu benzetişte bir incelik vardır.
Dünyada faizli para yiyenlerin kıyamet günü haşir meydanına çağrıldıklarında,
kabirlerinden kalkmak İstedikleri zaman, Cenab-ı Hak tarafından karınları o
kadar büyütülüyor ki, taşımaya güçleri yetmiyor, düşüyor ve sürünerek
gidiyorlar. İşte kıyamet günü onların bu halleri, herkes tarafından görülecek ve
bl-Ünecektir. Sahabi Said bin Cübeyr'den varit olan rivayete göre. Kıyamet günü
karınlarının taşınamayacak kadar büyük olması, faizcilerin alamet-l
farikasidır.[520]
Üçüncü
incelik: «Alım satım da, ancak riba gibidir» cümlesinde
yüksek seviyede çok güzel bir teşbih vardır. Çünkü ribanın alış-verişe teşbih
edilmesi gerekirken aksine helal olan alış-verişin ribaya teşbih edildiği
görülür. Onlar, «Faiz, saf ve temizdir. Bunda haram olacak taraf neresidir?»
diyorlardı. Hatta faizin helal olduğuna İnanan kişiler, kıyas yaparak
alış-verişinde riba gibi helal olduğuna hükmediyorlardı.
Dördüncü
İncelik: Şüphesiz faizci, alacağı faiz ile malının
artmasını ister. Zekat vermeyen de, malının çoğalması için vermez. «Allah
ribanın bereketin) tamamen giderir. Sadaka(sı verilen mal)ları İse arttırır»
âyeti ise, faizin malın artmasına değil, noksanlaşacağına İşaret eder.
Sadakalar, malların noksanlaşma değil, bereketlenip çoğalmalarına sebeptir.
Artış veya noksanlık, dünya ve ahirette verilecek menfaat ile göz önünde
tutulur. Bugün çok büyük müesseselerin faiz belası yüzünden küçüldükleri ve
zamanla yok oldukları görülmektedir. Hatta faiz yüzünden cemiyette bunalım ve
ekonomik buhranların olduğu müşahede edildikçe, âyete inanç daha da
kuvvetlenir.
Beşinci
incelik: «İşte (böyle) yapmazsanız Altaha ve
peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin» âyetindeki «harb» İfadesi,
Kur'an-daki yasakların hiçbirinin sonunda yoktur ve görülmez. Çünkü parasını
faizle çalıştıran insan, islâmın getirmiş olduğu kardeşlik, eşitlik, adalet ve
yardımlaşma kurallarına baştan sona kadar karşı olduğu gibi, Allah (cc)'a da
savaş açmıştır. İslâm, yardımlaşmayı tavsiye ederken, karşılıksız alınan
paranın da zulüm olduğunu bildirmektedir. Zulüm İse
haramdır.
Faizciler, ölünceye kadar çok kötü bir akibetle
karşılaşırlar. Hatta İbn-İ Abbas (ra); «Kıyamet günü faiz yiyenlere,
«Silahlarınızı alın da savaşın bpkglım. Çünkü sizler, dünyada Allah (cc) ve
Resulüne (sav) harb ilan .etmiştiniz» denilecek» diyor.
Altıncı
incelik: «Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok
kafir, çak günahkâr hiçbir kimseyi sevmez» ayeti, faizin çok çirkin birşey
olduğunu, faizciliği de ancak müslümanların değil, çok kâfir kimselerin
yapacağını bildiriyor.
Yedinci
incelik: Allah (cc) alacaklıdan; ödeyemeyecek kadar
yoksul olan itişinin borcunu, Ödeyecek güce yetişeceği zamana kadar tehir
etmesini istemektedir. Çünkü Allah (cc), «Eğer (borçlu) darlık içinde
bulunuyorsa ona geniş bir zaman kadar mühlet (verin)» buyurmuştur. Allah (cc),
önce borç sahibini isterse gönüllü olarak borcunu sadaka yerine saymaya davet
eder. Borcunu sadaka olarak kabul etmesi, hem borç sahibi için hem de borçlu
bulunan kimse için daha hayırlıdır. Borç sahibi (alacaklı) için, onu bağışlamak
büyük sevaptır. (Mevzumuz) âyette, şart ve .^evap şeklinde olan ifade bir
taraftan borçluya, bolluğa ulaşıp ödeyebilecek duruma gelinceye kadar beklemeyi
emrederken, diğer taraftan darda kalan müslüman kardeşinin borcunun bir kısmını
veya tamamını sadaka mukabilinde düşmeyi de hoş göstermektedir. Resulullah
(sav)'ın hadisleri de bize bunu bildirmektedir. Çünkü Buharî'nin Ebu Huzeyfe'den
yaptığı rivayete göre, Resulullah (sav), «Bir kimse, halka borç para verdi. Daha
sonra bunları toplamak için göndereceği elçisine, «Borçluların yanına gittiğiniz
de, Ödeme gücü olmadığını gördüğünüz takdirde, borçlarını benim hesaba yazarak
almaktan vazgeçin. Kj Allah (cc)'ta bizim günahlarımızı affetsin» dedi. Bu
alacaklı kimse ölüp Allah (cc)'ın huzuruna çıktığında, onun affıyla
karşılaşacak ve kendi günahlarının affedildiğini görecektir,» buyurdu. .
Alim Muhâyimî; «Alacaklı kimse, yoksul bir borçluyu
sıkıştırarak utacağını alırsa, Allah (cc)'ta kıyamet günü, alacaklının hesabını
görürken sıkıştırarak alır. Eğer alacaklı kimse, yoksul ve Ödeme gücü olmayan
borçluya müsamaha eder, borçlarını ertelerse. Allah (cc)'ta hesap günü elbette
müsamaha edecektir» der. [521]
Sekizinci
incelik: Bazı alimlere göre bir kimse, faizcilerin
görecekleri cezayı, helal bilerek yiyenlerin sonlarını âyetlerin ışığında
düşünürse, kıyamet günü kabirden kalkıp haşir meydanına gidecekleri zaman,
şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulup ayakta duramayacak hale geleceklerini,-
cehennem azabına devamlı duçar olacaklarını ve üzerlerine devamlı lanet
yağdırılacağım elbette bilir, Çünkü faizci, öleceği güne kadar tevbe etmediği
takdirde Allah (cc) ve Resulü (sav) ile savaşmıştır. Ondan Allah'ın adalet
sıfatı düştüğünden, halka karşı çok katı davranan, yalntz kendini düşünen, hiç
kimseye acımayan bir insan tipi ortaya çıkar. Faizcilik, kişinin malından hayır
ve bereketin silinmesine sebep olur. Kendisine borcu olan kimsenin daima
beddualarına maruz kalır. Faizciyi bu kadar çtrkinleştiren, günahını büyüten ve
sonunu kötüleştiren sebep nedir? Elbette onun gaddarca, hiç bir şeyi
düşünmeksizin faiz yoluyla insanların kanını emmesidir.
Dokuzuncu
İncelik: Faiz âyetlerinin, «Öyle bir günden sakının W
(hepiniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam
verilecek. Onlara haksızlık edilmeyecektir.» âyetiyle [522] son bulması, Allah (cc)'tn huzurunda ifade vermeyi hatırlatma içindir.
Çünkü Allah {cc), «O günde ki, ne mal faide eder, ne de oğuttar. Meğer ki Allaha
tamamen salim bir kalb ile gelenler ola» (Şuarâ: 88-89) buyurmuştur. Bu emri
ilahi, dünya için kazanılan şeylerin dünyada kalacağını, yalntz Allah (cc)
huzurunda insana menfaat verecek olan şeyin, sallh amel olduğunu
bildirmektedir.
İnsanların Allah (cc)'a döndürüldüğü, herkesin
kazandığının tamamıyla ödendiği o gün çok zor bir gündür. O günün, mümin
kalblere apayrı bir tesiri vardır. O günün manzarası, müminin kalbine girince
harama girebilir mi? Ancak ahirete inanmayan, ölümden sonrasını düşünmeyenler
istediklerini yaparlar. Ama neticede herkes, yaratıcı Allah (cc)'ın huzuruna
çıkıp hesap verecektir.[523]
Faizin haram oluş dönemlerini, şer'i kanunların
sırlarını ve içtimaî hastalıklara karşı tedavi usullerini idrak etmek İçin,
hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekmektedir.
Bilindiği gibi islâm kanunları, hükümlerin karara
bağlanması süresinde kademeli bir yol izlemiştir. İçkinin, dört dönemde
kademeli olarak haram edilişi gibi, faizin de, dört dönemde kademeli olarak
haram kılındığı görülür.
«insanların mallarında artış olması İçin faiz
(cinsinden) verdiğiniz şey nakd, mal, sadaka ve saire) Allah katında artmat.
Allah in rızasını dfleyerefc verdiğimiz zekat ise, sevaplarını kot kat
artıranlar onlar (onu veren-
leerjdir» (Rum Suresi: 39) âyeti, Mekke'de nazil
olmuştur. Âyette, faizi haram kılacak herhangi bir işaretin olmadığı, yalnız
Allah (cc)'ın faizi ve faizciyi sevmediğine ve buğzettiğine bir işaret vardır.
Şüphesiz faizle kazanılan bir paradan, hayır işlerine yapılan harcamalara Allah
(cc) katında sevap yoktur. Bu âyet, ancak insana faizden sakınmak için bir
Öğüttür. Faizle kazanılan para ile hayır işlerine yapılan harcamalarda bir sevap
olmadığını düşünen müslümanlar, elbette faizle iş yapmaktan
çekineceklerdir.
«Yahudilerden (taşan) bir zulüm, onların
(İnsanlardan) bir çoğunu Allah yolunda alıkoymaları, (Tevrat'ta) nehiy
edilmelerine rağmen riba (faiz almaları), halkın mclfanm haksız yere yemeleri
sebebiyledir ki, biz (evvelce) kendileri için, helal kılınan temiz ve güzel
şeyleri üzerlerine haram ettik. İçlerinden kafirlere pek acıklı bir azab
hazırladık» (Nisa: 160-161) âyetleri, Medine'de nazil olmuştur. Âyet,
kendilerine haram kılınan faizi yiyen yahudilerin, Allah (cc)'ın lanet ve
gazabına uğradıklarını bildiren bir derstir Burada faizin haram olduğu acık
olarak değil, imâ yoluyla bildirilmektedir. Ancak müslümanlara faizin
kesinlikle haram olduğuna bir işaret yoktur. Bu âyetin faizi imâ yoluyla haram
kılışt, içkinin ikinci merhalede İma yoluyla haram kılınışına benzer. Allah
(cc) içki hakkında da, «Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük
günah, hem İnsanlar için faidsler vardır. Günahları ise fatdelerinden daha
büyüktür.» buyruğuyla açıktan değil, imâ yoluyla haram olduğuna işaret etmiştir.
İşte faiz hususunda gelen ikinci âyet, hernekadar yahudilerin inanç, yaşayış vs
amellerini bildiriyorsa da, faizin müslümanlara haram olduğuna İmâ yoluyla
işaret etmektedir.
«Ey İman edenler, ribayı öyle kat kat artırılmış
olarak yemeyin, AJlah-tan korkun. Tâ ki, muradınıza ereslnlz.» (Âli İrnrân: 130)
âyeti, Medine'de nazil olmuştur. Bu âyet, açıklıkla az faizi değil, yalnız çok
yüksek faizi haram kılmaktadır. Ana paraya eklenen faiz, asıl parayı çok
geçtiğinden borçlu kimse, hiçbir zaman ödeyemeyecek duruma düşer. İşte faizin bu
şekilde haram oluşu, İçkinin üçüncü merhalede haram oluşuna benzer. Çünkü içki
de, yalnız namaz vakitlerinde içilirse haram oluyordu. Bunu, «Ey iman edenler,
siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bİİİnceye... kadar na-maza yaklaşmayın...»
(Nisa: 43) âyeti bildirmektedir. Üçüncü merhalede1 İçki ve faizin haram
kılınışı, tıpkı birbirine benzemektedir.
Dördüncü
merhale:
Faizin azı da, çoğu da bu son merhalede tamamen
haram kılınmaktadır. İşte faizin haram oluşuna delalet eden âyetler: «Ey iman
edenler (gerçek müminler) iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış
olup-ta) kalanı bırakın (almayın), işte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve
peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe
ederseniz mallarınızın boşları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne
haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsanız». Faizi tamamen haram
kılan bu âyetler, içkiyi tamamen haram kılan âyetler gibidir. Çünkü Allah (cc),
içki hakkında dördüncü merhalede; «Ey İman edenler içki, kumar, dikili taşlar,
fal ok I an, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan
kaçının ki muradınıza ereslnlz» (Mâide: 90) buyurmuştur. İşte İçki ile faizin
kademeli olarak İslârnda haram kılınması, Allah (cc)'ın sosyal hastalıkları
nasıl tedavi ettiğinin hikmetini açıkça göstermektedir.
Islâmın haram kıldığı faiz şekli, iki
türlüydü.
1. Riba nesie
Cahiliyet devrinde halk içersinde en meşhur olan
faiz şeklidir. Cahiliyet devrinde bir adamın borcu olurdu. Adam «Borcumu tehir
edersen sana şu kadar fazla para veririm» derdi. Bunun üzerine de borç sahibi
alacağını tehir ederdi, fbn-i Cerir et-Taberi, bu hususta şöyle der: «Cahiliyet
devrinde faize para veren kimse, tayin edilen süre için borçludan bir ücret
alırdı. Eğer borçlunun vade sonunda Ödeme gücü olmazsa, alacaklıya, «Ödeme
gücüm yok, borcumu yeniden ertelersen fazla para veririm» derdi. Alacaklı kabul
ettiği takdirde borç, ilave edilen yeni faizle birlikte tehir edilirdi. İşte
buna kat kat faiz denmektedir. Çünkü vade uzadıkça alınan faizin yüzde oranı da
yükselmektedir. Allah (cc), bu tür faizi kesinlikle haram kılmıştır.» [530] Günümüzde faiz müesseselerinde takip edilen faiz uygulaması, cahiliyet
devrindeki faiz uygulamasına benzemektedir.
Bir eşyayı nevi nevine fazlasıyla satmaktır.
Resulullah (savj'ın izah ettiği faiz şeklidir. Bir ölçek buğdayın, diğer bir
buğday türünden iki ölçeğe, tereyağının, diğer bir tereyağı türünden iki kata
satılması gibi. Usul-ü fıkıh teamülünde satılan malın satış bedelinin aynı
olması ve satışta bedel veya malın fazla alınması kesinlikle haramdır. Çünkü
Resulullah (sav), aynı cinsten iki şeyin fazlasıyla değiştirilmesini rlba olarak
tavsif buyurmuştur. Ve katiyyetle nehyetmiştir. Değiştirilmek İstenen aynı
cinsten iki şeyin önce birisinin paraya tahvil edilmesini, sonra aranan şeyin
para ile alınmasını emrederek alış-verişteki riba şüphesini tamamen ortadan
kaldırmıştır. Zeytinin zeytinle, buğdayın buğdayla, üzümün üzümle, hurmanın
hurmayla eşit olarak değiştirilmesi helaldir. Yalnız araya bir fazlalık girerse
haram olur. Cinsleri muhtelif olan malların satışında bedel eşit oiduğu gibf
fazla, da olabilir. Bir Ölçek buğdayın, iki Ölçek arpa ile satılması veya
satınalınması gibi. Bu tür ahş-verlşlerin peşinen, anında teslim edilmesi veya
alınması şarttır. Çünkü Resulullah (sav), «Altın'ın altın'la, gümüş'ün gümüş'le,
buğday'm buğday'la, arpa1-nın arpa'yfa. hurman'ın hurmay'la, tuz'un tuz'la aynı
ölçüde, aynı evsaf ve aynı kalitede alınması ve satılması mubahtır. Artık kim
bundan fazla ar-tırırsa veya artırmak İsterse faiz istemiş olur. Ve faizi alan
da, veren de bunda ortaktır». Diğer bir hadisi şerifinde de, «Altın gümüş'le,
buğday arpa İle satıldığı veya alındığı takdirde, mal ve bedel aynı anda alınıp
verilirse helaldim [532] buyurdu.
«Ey iman «tenler rlbayı öyle kat kat yemeyin»
âyetinden maksat nedir?
Çağımızın zayıf İmanlı İnsanları, «Allah (cc),
yalnız yüksek orandaki faizi horam kılmıştır. Eğer faiz oranı yüzde iki, üç, beş
gibi düşük olursa haram değildir. Çünkü «Çenob-ı Hak, yüksek orandaki faizi
haram kılmıştır. Allah (cc), âyette «Faizi kat kat yemeyin» buyurmaktadır,
öyleyse faiz ancak kat kat olursa haramdır. Yoksa düşük orandaki faiz haram
değildir. Haramlığına da gerek yoktur.» İddiasındadırlar. Bu sapık İddia ve
görüşlere, icmaı ümmetin görüşleri ve faiz hakkındaki âyetlerle şöyle cevap
verilebilir:
1. Âyetteki, «kat kat» ifadesi, faizin ne kaydı
ne de şartıdır. Bu ifada, öahiliyet devrinde Arapların faiz muamelelerlndeki
şekil göstermektedir.
Ayetin nüzul sebebinde de görüldüğü gibi, bu tabir
onların faiz muamelelerinin zulüm ve düşmanlığı ifade ettiğini beyan
etmektedir.
2. Müslümanlar, faizin azının da, çoğunun da
haram olduğu hususunda icma yapmışlardır. Şeriat usullerini bilmeyen bu
sapıkları, görüşleri islâm'dan çıkarmaktadır. Şüphesiz az bir faiz, çok faiz
almaya sebep olur. İslâm, bir şeyi haram kıldığı zaman, haram kapılarını
kapatmak İçin, azını da çoğunu da haram kılar. Çünkü azını mubah kılarsa, o
azlık çokluğa vesile olur. Faiz de aynen İçki gibidir. Hiçbir müslüman,
«İçkinin azı mubah, çoğu haramdır» diyemeyeceği gibi, «Faizin azı mubah, çoğu
haramdır» da diyemez.
3. Siz, kitabın bazı âyetlerine inanıyor, bazı
âyetlerine de İnanmıyor musunuz? t...Ribayı (faizi) öyle kat kot arttırılmış
olarak yemeyin...» âyetini, niçin batıl davanızı isbat için yanlış tefsir
ediyor ve inanmıyorsunuz da, neden, «...Allah, alış-verişl helal, ribayi haram
kılmıştır», «Ey İman edenler, (gerçek) müminler İseniz Allahtan korkun, Faizden
(henüz alınmamış olup ta) kalanı bırakın (almayın)», «Allah rlbanm hareketini
giderir, sadakaları İse artırır...» âyetlerini okumuyor ve düşünmüyorsunuz? Bu âyetlerde faizin azlık ve çokluğuna
delalet eden küçük bir işaret varmı ki, öyle diyorsunuz? Şüphesiz naklettiğimiz
bu âyetler, faizin kesinlikle haram
olduğunu gün ışığı gibi ortaya çıkarır. Nitekim Çabir bin Abdullah (ra)'tan
mervi bir hadis-I şerifte; «Resuiullah
(sav) faiz yiyeni, ona vekalet edeni, ona şahit olanı, katiplik vazifesi
yapanı lanetledi ve hepsinin de müsavi olduklarını söyledi.»
denmektedir.
Bütün çeşitleriyle faiz -az veya çok- haram
bakımından aynıdır. Ve kati nasslarda buna delâlet eder: «Allah rfbanın
bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır. Allah kâfir, çok günahkar
hiçbir kimseyi sevmez» âyeti, cemiyet olaylarını ne güzel izah eder, Tüm
müesseseleri faiz esasına göre düzenlenmiş toplumlarda bütün fertler, Allah
(cc)'ın lanetine muhataptır. Hepsi de melun ve Allah (cc) tarafından ilan edilen
harbe maruzdurlar. Allah (cc}'a ve Resulüne (sav) harb ilan edenler dünya
ha-yatmda, şeytan tarafından çarpılmış muvazenesiz ve kararsız insanlardır.
Yeryüzünde huzur ve sükundan mahrumdurlar. Kurulan faiz müesseseleri ve
kurucularına asırların tecrübesi fle baktığımızda, faize dayalı servetlerin ve
huzurun yok olduğu, toplumun buhranlara düştüğü görülür. Halbuki faize
bulaşmayan ve zekat verilerek temizlenen servetlerin, azalacak yerde çoğaldığı,
bu kişilerin vücut verdiği toplumlarda huzur ve sükunun olduğu müşahede edilir.
Bu tür servetlerin nesilden nesile İntikal ettiği de bir vakıadır Faizle çalışan
müesseselerin zekatı ya.çok az veya hiç verilmediği için Alloh (cc),
bereketlerini de gidermektedir. İşte: Allah (cc)'ın, «Rlbanın bereketini tamamen
giderir, sadakaları ise artırır» âyetindeki hikmet, buradadır.
1. Sosyal bir suç olan faiz, dinen de
yasaktır.
2. İnsana Cehennem azabını kazandıran büyük
günahlardan biri, faiz-
3. Faizin azı da, çoğu da haramlık yönünden
birbirine eşittir.
4.Mü'minin vazifesi, Allah (cd'ın çizmiş olduğu
hududlara riayet ederek haramlardan mutlaka kaçınmaktır.
5.Müslümanı her türlü fenalıktan koruyacak en büyük
silah, takvadır.
İslâm, İçtimaî ve dini büyük günahlardan olan faize
karşı savaş ilan etmiştir. Kur'an, faizle iş yapanfann dünya ve ahirette çok
büyük bir azaba uğrayacaklarını vaad etmektedir. Bizim için faizoilerfn halini
en şeni bir şekilde tasvir yeterlidir. Çünkü Allah (cc), faizcilerin hallerini,
kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmasıyla kalkan insanların kalkış ve sürü
nüsüne benzetmektedir.
Kur'an, gerek fert gerekse toplum hayatındaki bütün
cahili adet ve İşleri ortadan kaldırmıştır. Özellikle faizin kaldırılışı ve
yasaklanışındakl hükümler kadar hiç bir cahili adetde tehdit bu kadar büyük
olmamıştır. İslâm nazarında faiz. bütün kötülüklerin temeli, bütün günahların ve
nizamı bozan şeylerin köküdür. Bunun karşılığı olan zekat ve sadaka İle ortaya
çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma ortamında, sevgi, şefkat ve müsamaha
duygularının hakim olduğu ve her zaman Allah'ın nimet ve İhsanını düşünen bir
cemiyet... Evet, bu esaslar üzerine kaim olan toplumlarda huzur ve sükun olur.
Faiz, kardeşliği düşmanlığa, sevgiyi nefrete, iyiliği kötülüğe, temizliği
murdarlığa, cömertliği cimriliğe, muaveneti bencilliğe sevkederek toplumu
buhrana, bunalıma, anarşiye ve kaosa götürür.
Kur'an, sadaka ve zekat İle faiz üzerinde önemle
durur. Sadaka ve zekat, müminin mümine hiçbir karşılık beklemeden verdiği
maldır. İslâm devleti, fertlerden aldığı zekat gelirleri ile ihtiyaçlarını
karşılayamayacak
durumda olan müslümanlara yardım eder. Her
müslüman, zekat müessesesi sayesinde her halükarda kendisinin ve evladının
hayatının teminat altında olduğunu bilerek kendisini emniyette
hisseder.
Halbuki faize dayalı toplum hayatında faizcilerin
gayesi, toplumu alakadar eden problemlerin halledilip giderilmesi değil, sadece
kendi servetlerine yeni servetler ilave etmek, toplum üzerinde söz sahibi
olmaktır. İnsanların aç, açık kalması, hoyat standartlarının altında yaşaması,
onları ilgilendirmemektedir. İşte fert ve
toplum hayatını böylesine buhranlara, bunalımlara, dengesizliklere,
ahlaksızlıklara iten faizi, islâmın sosyal günahlardan soymasında hayret
edilecek bir şey yoktur. Hatta Allah (cc),; «İşte böyle- yapmazsanız Allah'a ve
peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin...» âyetiyle faizcilere harb
açmıştır. Toplumların yok olmasına, çürümesine faiz sebep olduğundan Alloh
(cc), faiz yasağının sonunda hiçbir yasağın ardından belirtmediği, «Siz, faizi
bırakmazsanız Allah (çc) ve Resulüne (sav) karşı harbe girmiş olduğunu bilin»
âyetiyle harb ilan edildiğini bildirmektedir. Hiç bir yasağın sonunda böylesine
ağır bir tehdit yoktur. Bu tehdit, faizin ne kadar büyük sosyal bir günah
olduğunu gözler önüne sermektedir.
Faiz belasının fert ve toptum hayatına verdiği
zararları icmali bir şekilde şöyle göstermemiz mümkündür.
1. Faizin ferdî zararları
2. Faizin sosyal zararları
3. Faizin ekonomik zararları.
Faizle muamele ferdin ahlakını, vicdanını ve
müslüman kardeşine karşı duygularını ifsat eder. Genel olarakta fertler arasına
çekişme, egoistlik ve kendini
beğenmişlik emarelerini soktuğu,
fertleri birbirine karşı düşman durumuna düşürdüğü için, toplum içersinde
yardımlaşma esasını yıkıyor ve berbat ediyor. Faizcinin bütün düşüncesi halk-n
kanını emmek ve mal biriktirmektir. Bunun için, her yol
mubahtır.
Nitekim ahlakı ifsat edici ve insanoğlunun manevi
hayatını yıkmak İsteyen her hareketin gerisinde
faizle iştigal eden kimseler
vardır. Faiz onlara göre kazançtır. Kazanç getirecek her şey mubahtır. Bu tipler
günümüzde
en açık bir şekilde görülmektedir.
Şüphesiz
faiz, fertler arasında bencilliği, çekişmeyi, düşmanlığı doğurduğu gibi,
toplumlarında dağılmasına ve birbirlerine düşman olmasına da vesile olur.
Halbuki islâm, fertlerin birbirine karşt şefkatli ve yardımsever olmalarını
ister. Faiz ise, insanların kalbine hased ve düşmanlık tohumlarını diker, sevgi
ve kardeşlik bağlarını yıkar. Faizcide, sevgi, merhamet, yardımlaşma ve
kardeşlik bağları olmadığı gibi, toplumda da o esasların yok edilmesi için en
çok çalışan kişidir. Fert ve cemiyetin baş düşmanı olan faizciler, halkı
sömürmekten başka bir şey düşünmezler.
Faiz, toplumda sınıflaşma vakıasını ortaya Çıkarır.
Bir tarafta müref-' feh yaşayan, ezilenlerin, sömürülenlerin kanıyla, parasıyla
geçiren insanlar. Diğer yandan ezilen, sömürülen, muhtaç ve mağdur edilmiş,
dünya nimetlerinin birçoklarından mahrum fert ve
toplumlar.
İşte bu iki sınıf arasında maddeten olduğu kadar
manen de bir çarpışma vardır. Faize dayalı ekonomik yapı, ülke içersinde
huzursuzluğa, mal, can, nesil ve din emniyetinin ortadan kalkmasına sebep olan
en büyük amillerdendir.
Faizin girdiği
toplumlarda, sınıf kavgaları, anarşik olaylar, aile ve toplumsal
sıkıntılar giderek artar. Faizcilik bu gün insanlığı yok etmeğe götüren en büyük
belalardan biri haline gelmiştir, önceki asırlarda borsalar veya ferdi
zenginler halinde ortaya çıkmış olan faizciler, günümüzde modern banka ağalan,
kapitalistler ve tröstler olarak kendini göstermektedir. Bugün yeryüzünde hemen
hemen bütün paralar çok az olan faize) _ zenginlerin veya bankaların elinde
toplanmaktadır. Borç veren faizci her halü karda kazanç sahibidir. Bu
kazançlarını artıran ve büyük paralan tekelinde toplayan faizciler, ekonomik
hayatı istedikleri gibi ayarlamakta, sevk ve idare etmekte, toplumun kültür ve siyasi hayatına yön
verebilmektedir. Öyle ki bunlar ihtilallere dahi vesile olmaktadırlar.
Müminlere düşen vazife, Allah (cc)'ın yasağından kaçınmak ve hayrı İkame
etmektir.